Güneş ışığı tül perdeden içeri sızarken kabustan uyandıktan sonra hiç kapatmadığım gözlerimi sanki mümkünmüş gibi biraz daha araladım. Ne yapacağımı bilmiyor, bir şekilde sürükleniyor havada dolaşan bir karahindiba gibi savruluyordum.
Parmaklarımı saçlarıma geçirip ileriye sürükledim.
Gün, aydın falan değildi. Hayatımda ne yapacağımı bilmediğimden dönmüştüm buraya. Oysa şimdi hayat hiç olmadığı kadar belirsizdi.Kendini bilmez gibi hareket ediyor, kâh gülüyor kâh krizlerle giriyordum. Dengesizliğim yeni değildi ama böylesi bir trajediden sonra aslında olmam gereken yerde değildim.Dağhan'ı öpmüş, sonrasında hiçbir şey olmamış gibi ona uzatmamasını söylemiştim. Bok gibi hissediyor anormal davranışlar sergiliyordum. Bir özür dilemeyi aklıma yazdım.
Hayata yalnız başlamış gibiydim. Hâlbuki durum bundan çok uzaktı. Içime kapanıp bir daha çıkmamak istiyordum fakat benim kadar sosyal biri için bu kadar 5 dakikalık sessizlikten öteye gidemiyordu.
Yataktan kalktığım gibi hazırlanmaya başladım.
Deri çekerim ve siyah botlarımla mis gibi yas kokuyordum. Odanın kapısını bu seferde ben çarpacakken dağhan'ın birden içeri girmesi beni şaşırttı.
"Hazırsak artık gitmemiz gerekiyor. Her neyse bir an önce öğrenelim."
"Sana da günaydın Dağhan. Bu sabah neşenden geçilmiyor" Tüm iticiliğimi kusarak dilimi damağımda iki kez şaklattım. Normal şartlar altında Özür dileyecektim değil mi? Normal mi ? Çubuk kollu diken saçlı çizimin aksini bağıran karikatürü gözlerimin önüne gelince tebessüm ettim.
Onu hızla geçip mutfağa indim. Açlıkla dolabı açacakken dağhan'ın adım sesleriylebir kez daha irkildim. Kafasında cesaretli ama dışarıdan bir penguen kadar ürkektim.En hızlı seçenek olarak mısır gevreğinde karar kıldım.
İki kaseyi masaya yerleştirirken Dağhan küçük kahve kupasını önüme bıraktı.
"teşekkürler."
Dağhan birşey değil anlamında kafasını salladı. Boş, estetik anlamlar yüklemeye gerek yoktu. Bir öküzlük yapmıştım. Hayatında birinin olup olmadığını bilmediğim birini öpmüştüm. Bana yapılsa çok rahatsız olacağımdan emindim.Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım.
"Ben geçtiğimiz gün olanlardan dolayı özür dilemek istiyorum." Kahverengi gözler yüzümde dolandı.
"Neden özür dilemek istiyorsun?" Anlamamış gibi yapıyor olmasına sinirlenmek istemiyordum. Hata bendeydi.
"Gerçekten aklım yerinde değildi. O anda benimle ilgilendiğin için sana haddinden fazla yakın hissettim. Bir kez daha tekrarlamayacağım."
Bu kadar açıklamanın yeteceğini umdum. Şöyle düşünüyordum, bıkkınlık gelmişti, böyle güzel buluyorum demeyecektim.
"Üzgün olduğunun farkındayım. Ikimizde aşağı yukarı aynı acıyı paylaşıyoruz. Bunun gibi bir durumda seni yargılamam."
Anlayışıyla gözlerimi kırpıştırdım. Belki de o kadar da kötü biri değildi Dağhan. Bana kötü davrandığından değil ama böyle 'açıklanamaz' bir sırrı taşıyan, Peluş boo'dan numarası çıkan bir adamın iyi olabileceği pek aklıma gelmiyordu. Üstelik gitmek istediğimde yaptığı kabalığı yargılamak işten bile değildi.Onu inceledim. Uzun ince parmakları çok güçlü bir erkeğin aksine daha kadınsı bir güzelliğe sahipti. Atletik bir yapısı vardı. Egzersiz yaptığı belli oluyordu. Sanırım onda ilk dikkatimi çekecek şey saçları olurdu. Koyu dağınık saçlarının bir kısmı alnına dökülmüş, oturduğumuz masaya vuran gün ışığıyla koyu kızıl ışık yansıtıyordu.Daha fazla bakışlarımı üzerinde tutup yanlış anlaşılmaktan korkarak bakışlarımı kaçırdım. Az evvel sergilediği tavrından cesaret alarak konuşmaya başladım.
"Söylesene Dağhan, kaç yaşındasın?"
Benim aksime yerinden kıpırdamayan Dağhanla çaresizce sosyalleşmeye çalışıyordum. Sessiz trajedi rüzgarları kişiliğimle örtüşmüyordu.
"Yirmi üç yaşındayım İda. En sevdiğim renk mavi, sevdiğim yemekler her karnivor gibi et ağırlıklı. Soracak başka bir şeyin var mı? Astroloji olabilir burçlar falan?" Dudakları kenara kıvrılırken komik olmaktan çok tehlikeli görünüyordu. Ukala bir yüzü vardı. Soğuk görünmek için pek çaba harcaması gerekmeyen tiplerdendi.Sosyalleşme ihtiyacımı analiz edecek kadar Zeki, hevesimi kursağımda bırakacak kadar alaycıydı.
"Hakkında hiçbir şey bilmediğim bir adamın peşine takılıyorum. Sencede bazı sorular sormak istemem normal değil mi Dağhan?" Haklı hissediyor ifademi sabit tutuyordum.
Bakışları derinleşti. Artık dişlerini görebileceğim kadar sırıtıyordu. "Tanımadığın bir adamı öptün ama. Bu konuşma isteğini bir randevuda halledebilirdik aslında."
Az evvel beni yargılamayacağını söyleyen adam şimdi benimle alay ediyordu. Aşağılanma hissiyle gözlerim yanmaya başladı.
Tam bir gerizekalısın İda. Çenemi kapalı tutup sadece öğrenmek istediklerimin peşinden gitmeyi beceremiyordum. Kötüsünü iyisini bilmezdim ama eğer bu işin peşinden gideceksek Dağhanla olan mesafemi korkumam gerekiyordu.Kapıyı arkamdan çarpmadan bahçeye ilerledim.
Arabanın önünde onu beklemeye başladım. Bir daha konuşmak istemiyor, Ani kararlar alarak içimden küfürler yağdırıyordum. Sadece kibar olmak için özür dilemiştim. Üzgün falan da değildim üstelik.Saniyeler birbirini kovalarken duyduğum sesle bedenim kasıldı. Silah sesleri çok yakından geliyordu. Bedenimin kontrolünü kaybederken adrenalin beni sardı. Lastiğin kenarına sinerken kurşunların nereden atıldığını görmeye çalışıyordum.
Patlayan camlardan ayrılan parçalar üzerime yağarken kurşunlar eve doğru yön değiştirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İDA
ActionBenim gibi bütün küçük detayları maceradan sayan biri için vapur kalabalığı şenliğe dönüşebiliyordu. Hapşıran kot pantolonlu kadından uzağa yürüdüm. Havaya karışan bütün patojenler beni kovalıyormuşcasına nefesimi tuttum. tehlike geçer geçmez , pip...