DÖRT

84 22 4
                                    

Sessiz kaldım. Kalmak için elimden geleni yaptım.
Dağhanın sesi kulaklarımda yankılanırken , tutundugum masaya ağırlığımı verdim.
Kutunun dağhanla ne ilgisi olabilirdi ? Kelimenin her anlamıyla yerin dibinden çıkan bir kutunun Dağhan'la ne ilgisi olabilirdi! Belki kardeşimi o öldürmüştü. Ürperdim. O öldürmüş olsa sorguda anlaşılmaz mıydı ? Buna inanmak istedim. Belki korkularım yersizdi kardeşimin eski sevgilisi bile olabilirdi. Düşüncelerden uzaklaşmak için kafamı iki yana salladım.

"Kimsiniz? Orada mısınız ? " Kendimi toplamaya çalıştım.
"Ben ida".
"Hah . İda ! Benden kaçarken aklından ne geçiyordu ?"
"Herşey çok ani yaşandı. Sadece korktum."
"Şimdi de özür dilemek için mi arıyorsun ? "

Anlamazlıktan mı geliyordu yoksa gerçekten bilmiyor muydu? Ona söylemeye karar verdim.
"Ben bir kutu buldum."
"Ne kutusu? Aklını kaçırdın herhalde."
"Ne oldugunu bilmiyorum kilitli. Kutunun altında adı geçen peluş ayının içinde numaranı buldum."
"Ciddi olamazsın. Oysa ben numaramı bulma çabandan etkilenmiştim." Sesinden alay akıyordu.
"Komik olduğunu mu düşünüyorsun ? Hata etmişim seni aramamalıydım." İyice sinirlerim bozulmuştu.
"Dur ! Kapatma. Kutuyu getir belki ben açmak için birşeyler yapabilirim." Kutuyu kendisi bulmuş gibi.
"Bunu düşüneceğim."
"İyi.. " kapatmıştım.
Merhaba ve hoşçakal insanı değildim.

Duşakabin takırtı içinde kapanırken vakit kaybetmeden kendimi sıcak suya attım.
Hayat çok çabuk değişmiş. Olaylar benden önde gidiyordu.Kardeşimin yasını tutacak zaman bile bulamamıştım. Hoş öyle kendimi yerlere atıp ağıt yakacak biri değildim. Nida benim için her zaman çok değerli olmuştu. En az benim kadar var olmalı diye düşünürdüm içimden. Beraber büyüdüğümüz gibi Yakın mesafelerde yaşlanmalıydık. Elbet onu unutacak değildim. Ama biliyordum "ölümde yaşamın bir parçası."

Saçlarımı tararken duraksayıp aynada kendime baktım. Uzun bal sarısı saçlarım soluk bir renge bürünmüş , kirpiklerim birbirine yapışmış , iri yeşil gözlerim uykusuzlukla kızarmıştı resmen goblin gibi görünüyordum . Sümüklerimi silmekten burnumun kenarları kabuklanmış , Günlerin stresiyle ısırdığım dudaklarım çatlamıştı.
Yaşadığım yerden dolayı artık kalıcı ten rengim haline gelen bronzluğum beni canlı gösteren tek etkendi.

Kendimi yatağıma biraktığımda saatler gece yarısını gösteriyordu. Bu saate rağmen evden gelen ugultuları bastırmak için yastığa biraz daha battım.
Hayatta kendime dert ettigim şeylerin aslında çocukça olduğunu yeni yeni farkediyordum. Tek bir gerçek vardı. Birileri üreme iç güdülerini aktiflestirdiği için buradaydık. Büyümek bir farkındalık demekti. Farkında olmak yorgunluktu.
Yorgunluk uyku...

#
Cama vuran kar tanelerinin sesine uyandım.
Kar taneleri !
Çok hızlı yataktan kalkınca dönen başıma aldırış etmeden balkona doğru ilerledim.
Gerçekten kar yağıyordu. Tutmayacaktı elbette. Burada yaşamanın en büyük bedeli soğuk havayı unutmak , Yağmayan karları düşlemekti...
Balkonumun bembeyaz karla kapladığını hayal ettim. Bahçedeki otların ara ara göründüğünü.
Suçlulukla gözlerimi kapattım.
Birileri ölüyordu ! Biri ölüyor diğeri kar tanelerini düşlüyordu. Var olmak böyle bir şeydi. Yaşama içgüdüsü yas tutmaya müsade etmiyor yeni bir güne uyanmanın heyecanı kendini karanlığa bırakmıyordu.

Emniyet müdürlüğü Adli tıp sonuçlarını açıklarken Tüm 'ilerlemeyi' ailemizle paylaşmıştı. Sorgusu yapılan kimse şüpheli bir tavır
Sergilememişti. Cinayet silahının bir taş olduğu doğrulanmış Burak ve Nidanın birkaç dakika arayla öldüğü ortaya çıkmıştı. Kağıtları elime tutuşturan polis bana acıyan gözlerle bakıyordu. Ağlamamak için dişlerimi birbirine bastırdım. Bu çağda bu kadar tehlike arasında cinayet silahı bir taş mıydı yani ! Ölüm böyle ilkel miydi?

Cenazeler aynı mezarlığa gömülecekti. İki farklı aile ve çokça araba. Kendime hakim olamayarak çoktandır hazırlanmış mezarlığa baktım. Duvarları dikdörtgen taslarla kaplanmış çukuru gördüğüm anda anladım. Burayı asla unutmayacaktım.

Cenaze sonrası kimin kime sarıldığı belli olmadığı bir durumda herkes yorgunluktan bitap düşmüş kaybedilen genç canların ağıtları kulakları sağır gözleri kör ediyordu.

Kaldırım taşına oturmuş bir köşede herkesten uzak kalmayı tercih ederken elimin üstünde hissettiğim el ile başımı kaldırdım. Dağhan, kumral tenine gölge düşürecek kadar siyah giyinmişti. hafifçe kenarları kızarmış kahverengi gözleriyle bana beklenti içinde bakıyordu. Elimin üstündeki elini tuttum. Kim olduğu, ne kadar tanıdığım umurunda değildi. Beni bulmuştu. Kalabalığın içinde ağlayamıyor diye bir köşeye kaçan kızı o bulmuştu. Ayağa kalktım . Kollarını benim için açmıştı. Ellerimi beline doladım. Gözlerim yaşlarla dolarken hissettiğim kollarla başımı göğsüne yasladım. Hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmezken dağhan'ın kesik kesik aldığı nefesleri duyuyordum.
Kim oldugumuz önemli değildi. Çok ağır gelmişti.
Hoşçakal demek zordu...


İDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin