Aynadaki yansımama daha fazla bakmanın bana bir yarar sağlamadığına karar verip aşağı indim. Herkes masadaki yerini almıştı; Belle, Pat ve babam. “Günaydın,” diyip yerime geçtim. Tabağıma bir dilim peynir, haşlanmış yumurta, üç tane zeytin, üç dilim domates, üç dilim salam aldım. Peyniri ve yumurtayı üç eşit parçaya böldüm ve yemeye başladım.
Pat ve babam dünkü Lakers maçı hakkındaki derin düşüncelerini gereksiz bir agresiflikle birbirleriyle paylaşmaktayken Belle’de masanın altından biri ile mesajlaşıyordu. Muhabbet açmak için hiçbir konu bulamadığımdan kahvaltıma devam ettim. Bu sırada Reese, bardağımı portakal suyuyla doldurmakla meşguldü. Ona teşekkür ettim ve bana gülümsedi.
Benim için oldukça sessiz geçen bir kahvaltıdan sonra hep beraber yola koyulduk. Babamın arabası bizi okula bıraktıktan sonra yoluna devam etti.
“Bizi arabayla bırakmasından nefret ediyorum.” Belle’in homurdanmasının sebebini pek anlayamamıştım. Hiç değilse otobüs kullanmak zorunda değildik.
“En azından okula yürümüyorsun, yakınmanın mantığı var mı sence?” Pat, ikizi Belle’in aksine oldukça sakin biriydi. Tamamen farklı insanlardı aslında.
“Her neyse.” Belle, okul binasına doğru yürümeye başladı. Pat onun peşinden giderken arkasına dönüp “Gelmeyi düşünüyor musun?” diye bir soru yöneltti. Kafamı sallayıp yürümeye başladım, biraz daha hızlanarak Pat’i yakaladım.
Pat ve Belle benim aksime popülerdi ve birçok arkadaşları vardı. Benim sadece Priscilla’m vardı. Onu severdim. Beşinci sınıftan beri beraberdik ve beni asla kendim hakkımda kötü hissettirmez, her zaman yardımıma koşardı. Bende, erkek arkadaş veya aile problemi yaşadığında ona sarılırdım. İyi bir ilişkimiz vardı.
Okuldaki karmaşanın hiçbir zaman hayranı olmamıştım ama bugün herkesin sesi rahatsız ediciliğin ayrı bir tonunu taşıyordu. Bütün maddeselliğimi biyoloji sınıfına sokup boş bir sıraya oturdum ve kitabımı okumaya başladım. Zilin çalmasından birkaç saniye sonra Priscilla içeri girdi ve hemen yanıma oturdu.
“Üzgünüm ama Felix’e piç dediğim için ailem beni cezalandırdı ve bu yüzden hafta sonundaki doğum günü partine gelemeyeceğim.”
“Yemeği, partisi değil. Ayrıca önemli değil zaten doğum günü kutlamalarını sevmediğimi biliyorsun.”
“Cidden özür dilerim, gelmeyi çok isterdim.” Priscilla’nın sesinde samimi olduğunu varsaydığım bir hüzün vardı. Kitabımı çantama koyup, ders kitaplarını ve defterimi çıkardım. Bu sırada Bay Foster içeri girdi.
Ders sıkıcıydı ve biyolojiden sonra Priscilla ile hiç ortak dersim yoktu. Bu yüzden öğle arasına kadar görüşmedik. Kafeteryada buluştuk. O yemek alıp oturduğum masaya geldi. Ben, yediğim şeyler konusunda hassas olduğum için evden yemek getiriyordum. Hassas olmaktan kastım yeteri kadar protein, karbonhidrat, yağ ve mineral almak. Mesela bugün yanımda otuz üç tane üzüm, üç tane iç malzemesi olan küçük bir sandviç ve 330 mL çikolatalı süt vardı.
Priscilla’nın Jack Dawson hakkındaki hikayesini dinlemekten ziyade öğle arasında pek bir şey yapmadım. Priscilla’nın tanıdığı pek çok kişi vardı ama o öğle arasında benimle birlikte oturmayı tercih ediyordu. Bunun nedenini pek anladığım söylenemez. Gerçi Priscilla kimsenin ne dediğini umursamayan, hafif çatlak bir kızdı ve oldukça atılgan. Beşinci sınıfta onun mükemmel sosyalleşme yetenekleri sayesinde arkadaş olmuştuk. Bendeki asosyalliği onun sosyal ruhu sayesinde görmezden gelebiliyordum. Bir elmanın iki yarısı gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evelyn, Karmaşık bi Hikaye.
Genç KurguEvelyn, farklıydı. Bunu anlaması biraz zaman almıştı. Herkesin dünyayı ve etrafındaki olayları farklı gördüğünü, farklı algıladığını anlamak zaman almıştı. Ve şu an dünyaya dair olan bütün sahip olduğu bilgiler paramparça olup tekrar bir araya konma...