Günümüz 3

44 8 3
                                    

    Sedef

   Sedef her ne kadar Yavuz'un kendisine bulduğu işe asla yapmam dese de kendini verilen adreste bulmuştu. Okulun karşı caddesinde önü okula dönük müstakil çatı katlı şirin bir evdi. Daha çok Amerikan evlerine benziyordu.
   Bahçesi biraz bakımsız olsa da yine de ev çok güzeldi. Bahçeye adım atmadan derin bir nefes aldı ve saçını başını düzeltti. Saçlarını, kendisine şirin bir görüntü sağladığı için iki pelik örmüş üzerine de bir kotla pembe bir tişört geçirmişti.
   'Çaresizliğin gözü kör olsun.' dedi  ve evin kapısına doğru ilerledi. Okula yakın ve part-time işlerin çoğunu başka öğrenciler kaptığı için bu işi kabul etmek zorunda kalmıştı.
   Bahçenin taş yolundan kapıya doğru ilerlerken ayağının dibine düşmüş küçük oyuncak bir araba gördü. Çocuklar sevimliydi, masumdu. Onlar güzel şeylerdi.
   Peki ya kendisi? O da küçük bir çocukken öyle değil miydi?
   Ya şimdi, bir çocuğa bakabilecek kadar masumiyet kalmış mıydı içinde? Muhtemelen ilk günden kovulacaktı. O kim çocuk bakmak kim?

    Evin kaplamalı duvarlarına tezat kıpkırmızı bir kapısı vardı. Bu şirin ev ona küçükken oturdukları bir evi hatırlatmıştı. Üst katta ev sahibi olan şişman bir teyze vardı. Adını hatırlayamasa da yüzünü hiç unutmamıştı.
   Kapıyı çalmak için elini kaldırmıştı ki kapı içeriden açıldı. Kapının ardında kendisine genişçe gülümseyen kızıl saçlı, hafif balık etli, kokoş denebilecek kadar süslü bir kadın vardı.
  Kadının enerjisi kapıyı açtığı gibi Sedef'e geçmiş, o da elinde olmadan kadına gülümsemişti.

   "İyi günler! Ben Sedef, telefonda görüşmüştük. İş için geldim."

   Kadının gülümsemesi daha da genişledi ve "Biliyorum ben de camda seni bekliyordum." dedi.
  Ardından eliyle içeriye davet etti.
  Sedef kapıdan geçerken onu karşılayan o ev kokusu onu duygulandırdı. Uzun zamandır bu kokuya hasretti. Huzur, huzurun kokusu.
   Kapıdan geçip ufak bir holden sonra salona ulaşılıyordu. Salon mutfak bir olan evlerdendi. Holün diğer tarafında bir kapı ve bir merdiven vardı.
   Salona girdiğinde ilk gözüne çarpan duvarlardı. Daha doğrusu tablo, kitap ve fotoğraflardan neredeyse görünmeyen duvarlar. Küçük raflar, kitaplar, yazılar ve boncuktan süsler her yerdeydi.

   Normalde insan böyle bir eve girince boğulurdu. Ama burası Sedef'e öyle samimi öyle sıcacık gelmişti ki gülümsediğini farketmemişti.

   Öte yandan evin sahibi dikkatle Sedef'i ve tepkilerini izliyordu.
    Sedef ise kendisini izleyen ev sahibinden habersiz salondaki resimleri inceliyordu. Ne kadar da çok fotoğraf vardı. Ufak kumaş parçaları, bilezikler, kolyeler ve led ışıklar.
    Hayatında hiç bu kadar anlamlı bir duvar görmemişti.

    Duvardaki resimleri inceliyor, her birinde biraz daha gülümsüyordu. Ev sahibinin saçı bazısında mavi, bazısında mor, bazısında gri renkteydi.
   Bikinilisinden çarşaflısına kadar bir sürü fotoğraf. Birinde, üzerinde Afrika kabilelerine has kıyafetler bile vardı. Açıkta kalan göğüsleri ise sansürlenmişti.
     Daha önce kendisini bu kadar etkileyen başka bir şey görmemişti.
   O kadar beğenmişti ki gözlerinin dolmasına engel olamadı. Her ne kadar duygusuz olsa da onu da etkileyen bişeyler vardı. İçindeki o küçük kız çocuğu ellerine asılıp 'ben de istiyorum' diye zıplıyordu. Sedef onu duymazlıktan gelmek zorundaydı. Onun isteklerini yerine getiremeyecek kadar kirlenmiş ve çizilmişti.

   Kendini hep, azgın nehirde savrulan, camdan bir küre olarak hayal ederdi. Engellere çarparak yol almış ve bir sürü parçası kırılmış, çizilmişti. O mükemmel parlaklığını ve şeklini kaybetmiş, sıkıştığı kayaların arasında çamurlarla kirlenmişti.

Hatırla (Askıda) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin