Genç Fin aydınları, Snelman'ın çevresine toplanmışlardı. Bu gruba azar azar, ama sürekli yeni kültür mimarları katılıyordu. Snelman grubunu, Helsingfors Üniversitesi'nin genç profesörleri, en uç köylerdeki öğretmenler, oldukça aydın tüccarlar, fabrikatörler, özel sektörde hizmet veren doktorlar, memurlar ve avukatlar oluşturuyordu. Bu dinamik beyin gücü, yavaş yavaş Finlandiya'nın her köşesine etki etmişti. Bu amaçla çalışanlardan hiçbiri bunu kesinlikle şöhret olmak amacıyla yapmıyordu.
Bu grubun çalışması diğer eğitim ve kültür kuruluşlarında olduğu gibi sırf kâğıt üstünde kalmaktan çok uzaktı. Burada herkes çalışıyordu ve kelimenin tam anlamıyla herkes birer kültür misyoneriydi. Bu gruba mensup olan her kişi, inatla, ilhamla çalışıyor, bu gayretlerinde özel iş ve çıkar gütmeyi aklına bile getirmiyordu.
Bunlar okunmuş ve eski kitapları toplayarak içlerinden yıpranmamış olanları seçiyor, gezici bir kütüphane oluşturarak köy köy dolaşıyorlardı. Bir süre o yerde kaldıktan sonra bir başka kasaba veya köye gidiyorlardı. Önceleri iki-üç haftada bir, sonralarıysa her pazar, halka yönelik, sağlıkla, edebiyatla, ekonomiyle ve ahlâkla ilgili konularda sohbetler düzenliyorlardı.
Bu işe kendini adamış hatipleri ve öğretmenleri seçerek, ülkenin her tarafına gönderiyorlardı. Böylelikle özel bir Halk Üniversitesi kurulmuştu ve bu üniversitenin profesörleri de iyi birer konuşmacı olan gezgin gençlerdi. Bu genç profesörler, halkı çeşitli konularda bilgilendirerek en uyuşuk ruhları bile uyandırıyorlardı.
Bu konferansları dinleyenlerde daha çok bilgi öğrenmek, ülkenin herhangi bir şekilde ilerlemesine ve yükselmesine hizmet etmek arzusu uyanıyordu.
Önceleri kimi zenginler ölmeden önce servetlerini kiliseye veya hayır kuruluşlarına bağışlıyorlardı. Halk arasında aydınlanma ve aydınlatma hareketleri yaygınlaştıkça eğitim için büyük vakıflar kurulmaya başlandı. Ülkenin çeşitli yerlerindeki varlıklı aileler evlerini kütüphane, konferans salonu veya halka ait eğlence yeri olması niyetiyle halka bağışlıyorlardı.
Bu anlamda daha birçok saf insancıl davranışlara ve çabalara rastlanıyordu.
Tanınmış gezici profesörlerin sohbetlerinden, bu aydınlatmalarından son derece memnun olan köylüler, ellerinde bulunan tereyağı, bal, yumurta, dokuma kilim ve el oyalarını profesörlere vererek ailelerine götürmelerini istiyorlardı.
- Sizler bizi aydınlatmak,bilgilendirmek için köylerimize kadar zahmet edip geliyorsunuz. Müsaade edinizde biz de sizlere elimizden geldiğince karşılık vermiş olalım. Sizin bizlereöğrettiğiniz yararlı bilgilere ve sağladığınız mutluluklara oranla çok küçükşeylerdir ama lütfen kabul edin, diyorlardı.
Halk Üniversitesi'nin 25. Yıldönümü Dolayısıyla Reçel Kralı Jarvinen'in Yaptığı Konuşma
Halk Üniversitesi'nin birçok zorlukları aşarak 25 yıl boyunca yaptığı hizmetlerden sonra Snelman'ın yaşadığı "Kuopio" şehrinde millî bir bayram düzenlenmişti.
Tören sonunda ülkede "Reçel Kralı" diye tanınan Jarvinen söz alarak, bir saatten fazla süren bir konuşma yaptı.
Davetliler birçok konuşma dinleyerek yorgun düştükleri hâlde Jarvinen'in konuşmasını ilgi ve dikkatle dinlediler.
Jarvinen konuşmasına şu sözlerle başladı:
- Ben bir zamanlar yoksul ve sıradan bir satıcıydım. Çocukken bir sepet içinde simit satardım. Daha sonra çarşıda küçük bir dükkân açıp şekerlemeler satmaya başladım. Büyük tüccarlar bana güvenirler ve dilediğim kadar, şekerleme, kurabiye ve kuruyemiş verirlerdi. Ben de bunları satarak borçlarımı günü gününe öderdim. Bundan dolayı beni severler ve ileride daha büyük bir dükkân açabilmem için bana yardım edeceklerini vadederek teşvik ederlerdi.
O dönemde geçim sıkıntısı çekmiyor, temiz elbiseler içinde, iyi bir odada yaşıyordum. Ancak buna rağmen, o zamanki hâlimi nasıl ifade edeyim bilmiyorum, beğenmiyordum. Ruhum acı içindeydi. Kendi hayatım ve geçimim bana dar geliyordu. Sürekli sıkıntıyla düşünerek kendi kendime, "Dükkân küçük, müşteriler sınırlı, kâr az. Bütün bir hayat böyle azlıklar içinde mi geçecek?" diyordum.
Jarvinen orada bulunan profesörlere dönerek sözlerini şöyle sürdürdü.
- Efendiler sabrederek benim hikâyemi dinleyiniz!
Sizler pekâlâ iyi bilirsiniz ki, her simitçi çocuktan reçel kralı olmaz ve her simitçi çocuk, doğduğu şehirde yapılan milli tiyatro yapımı için on binlerce Mark veremez. Jarvinen'in yaptığı gibi, doğduğu kasabada kurulacak olan büyük bir gazetenin yayınlanması için gereken yardımda bulunamaz.
Ben bunları kendimi övmek için söylemiyorum. Burası, bir şahsın kendisini övüp göklere çıkaracağı bir yer değildir. Sizlerin huzurunuzda, benim şahsımda, genç, güçlü ve sağlam olan Fin milletinin şahsiyeti bulunmaktadır. Ben burada, sizin karşınızda ağaç kabuklarıyla karışık çavdar ekmeğiyle beslenen, ormanlar ve bataklıklar arasında tahammül ederek çalışan Fin milletini temsil ediyorum. Fin milleti arasında reçel kralı nadirdir ama bu milletin arasında benim gibi Jarvinen'ler yok değildir.
Jarvinen ismi taşıyanlar bir taburdur. Benim gibiler halk arasında binlerce mevcuttur. Benim gibi Jarvinen'ler hâlâ ormanda ağaç kökleri sökerler, dağlardan taşları yuvarlarlar.
Bunların da bir çoğuna yoksul hayatları dar gelmektedir.
Biz zorluklardan ve çalışmaktan korkmayız, daha çok çalışıyorlar diye başkalarını kıskanmayız. Yalnız Jarvinen cinsinden olanlara bu geçim yolu dar gelmektedir. Onların canını sıkmaktadır.
Onlar daha güzel bir hayat arzu etmektedirler, daha parlak bir istikbal ümit etmektedirler. Güneş gibi daha parlak, daha güzel, daha güçlü bir gelecek arzusundadırlar. Onların ruhunda kaynaşan, fışkırmak isteyen bir şey vardır ama çıkış yolu bulamıyor.
Geçen yıl İtalya'nın güneyine gitmiş ve reçel yapımında kullanılmak üzere bir gemi dolusu portakal satın almıştım. Birkaç günlük geziyi fırsat bilerek Napoli civarındaki Vezüv Yanardağı'nın doruğuna çıkmıştım.
Dağın doruğundaki volkanın ağzını seyrederken kendi gençliğimi hatırladım. O zamanki fikirlerimi ve duygularımı düşündüm. Bütün Fin milletinin halini düşündüm.
Kraterin içinde kara ve koyu bir lav kütlesi kaynıyor ve köpürüyordu. Lavlar kraterin dar ağzına doğru bazen yükseliyor, bazen alçalıyordu. Sanki volkanın içinde kraterin darlığına rağmen nefes almak isteyen müthiş cüsseli bir bir dev vardı. Dağın içinde biriken ateşli lavlara volkanın ağzı dar geliyordu. İşte bu yüzden yeraltında varolan güçler ve içteki ateş lavlarını dışarıya fırlatıyordu.
Ben de bir zamanlar bu durumdaydım. Şimdi Fin milleti de aynı durumdadır. Jarvinen demek, Fin milleti demektir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE-Grigory Petrov
Tarihi Kurgu***WQ*** BİR MİLLETİN UYANIŞI [Kitabın tamamını okuyabilirsiniz] Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrildi. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştu. Derhal kitabın ülke...