"Shakespeare'in böyle canlı karakterler yaratması, oyunun öyküsü gerçek dışı bile olsa, kişilerin inandırıcı olduğu anlamına gelir."
Gözlerimi mükemmel bir şekilde oynayan dudaklarına diktim. Başını kitaptan kaldırıp bana baktığında boğazımı temizleyip gözlerimi kaçırdım.
"Karakterlerin şiir diliyle konuşmaları bile onların inandırıcılığını zedelemez."
Başımı aheste aheste sallayarak geri çekildim.
"Bay Styles..."
Sırtımı sandalyeye yaslayarak doğruldum. Meraklı bir şekilde yeşillerini gözlerime kenetledi.
"Bu kadar bilgiyi nasıl aklınızda tutuyorsunu? Bunlar... çok ezber istiyor."
Yamukça gülümsediğinde müthiş gamzeleri yanaklarındaki yerini aldı.
"Gel benimle."
Ayağa kalktıktan sonra elini bana uzattı. Şaşkınlığımı koruyarak uzattığı elini tuttum. Parmaklarımı elindeki haç dövmesinde çaktırmadan gezdirip arkasından ilerledim. Merdiven altındaki odanın kapısına geldiğinde duvardaki anahtarlığın içine uzandı.
Kalbim heyecanla artarken içerideki şeylere olan merakım da eşzamanlı artıyordu. Anahtarı alarak kapının deliğine doğru götürdü. Kahverengi kapı yavaşça açılmaya başladığında hızlıca arkama geçip elleriyle gözlerimi kapattı.
"Yavaşça ilerle."
Nefesinin sıcaklığı tenime değdiğinde ürpermiştim. Parmakları gözlerimi özenle kapamıştı. Ama düşündüğünüzün aksine Jr Styles hala bana yeterince uzaktı.
Birkaç adım daha attıktan sonra geri çekilip gözlerimi açtı. Etrafıma bakındığımda kitaplarla dolu küçük bir odada olduğumu fark ettim. Gözlerimi büyültüp bakınmaya devam ettim.
"Burası... inanılmaz."
Kıkırdama sesleri bana geliyordu. Kitaplığa ilerleyip A'dan Z'ye dizilmiş kitaplara hayranlıkla baktım.
"Buralara kadar kolay gelmedim."
Kitaplıklara sığmayan kitaplar yerleri de kaplıyordu. Eğilip elime ilk gelen kitabı aldım.
"The Mirror of Love."
Kitabın ismini uzaktan bana mırıldandığında gülümseyerek kitabı açtım.
"Alan Moore'a ait."
Gözüme ilişen pastel boya ile karalanmış kağıdı, kitabın ilk sayfasından çıkartıp bakmaya başladım.
"Küçüklüğünüzden kalma mı?"
Gamzelerini göstererek yanıma ilerledikten sonra elimdeki kağıdı nazikçe aldı. Hayranlıkla kağıttaki karalamaya baktı.
"Oğlumun çizdiği bir resim."
Ne?
"Ne?"
Gözlerini elindeki karalamadan almadan mırıldandı.
"Benimle kalmıyor."
Boğazımda bir şey kalmış gibi öksürmeye başladım. Kağıdı görüş açısından çekip kitabın arasına geri koyduğunda öksürüklerim kesilmişti.
"Oradan bakılınca bir babaya benzemiyorum değil mi?"
Alayla sorduğu soruya karşı şaşkın, aynı zamanda tepkisizce ona bakmayı sürdürdüm.
"Benden uzak olduğu için ona maddi yardım dışında bir şey yapamıyorum, ama bana geldiği zaman annesine gitmek istemiyor."
Kalçasını küçücük odaya sığdırdığı masaya yaslayıp kollarını göğsünde kenetledi. Ben hala şaşkınlığımı atamamışken devam etti.
"Haftaya bende olacak, sizi tanıştırırım."
Yutkunarak gözlerimi kaçırdım.
"Kaç aylık ki?"
Kıkırdadı.
"İki yaşında."
Gözlerimi yerden yavaşça yüzüne doğru kaldırdığımda birbirine kenetlediği kollarındaki olağanüstü kaslara baktım.
"Siz... Evli değil misiniz?"
Parmağında birçok yüzük görmüştüm ama hiçbiri nişan ya da evlilik yüzüğü değildi. Omuz silkip kalçasını masadan geri çekti.
"Kristie ile karşılıklı evlerde oturuyorduk. Birgün içkiyi fazla kaçırmıştım, hiçbir şey hatırlamıyordum ve birkaç ay sonra bir bebeğimiz olacağını öğrendim."
Onu dinlerken ne zaman tuttuğumu fark etmediğim nefesimi bıraktım.
"Bir canlının ölmesini istemem. Kristie de itiraz etmediği için doğmasını bekledik. Onunla görüşmüyorum bile."
Yutkunarak beynimi uyuşturan gerçekleri dinlemeye devam ettim.
"Sadece oğlumun doğum günlerinde evine gidebiliyorum. Onun büyüyüşünü izleyememek çok kötü."
Gözlerini kapatıp açtıktan sonra şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla gözlerimi yere sabitledim.
"Her neyse, konu Clay Daylen'a nereden geldi bilmiyorum. Odayı beğendin mi?"
Bir kez daha şok olmuştum. Clay Daylen...
Bu kadar mükemmel ötesi bir adamın boşta durması zaten saçmalıktı. Ama oğlunun olması... Şu an çok büyük bir bokun içerisindeydim.
"İyi misin?"
Başımı olumsuzca sallayarak odadan çıktım.
İyi değildim.
Hiç iyi değildim.
Surprise
Oy ve yorumlarınızı esirgemeyin.