Grinin en koyu tonuna boyanmıştı o gün hava. Yer gök yüzünü buruşturmuş, sanki olacaklardan haberdarmış gibi huysuz bir rüzgar estiriyordu kentin üzerine.
Saat sabahın sekizi olsa bile etrafı alem zifiri bir karanlığın esaretindeydi. Gök yüzüne bakmak yeterliydi az sonra şiddetli bir sağanağın yağacağını anlayabilmek için.
Ancak tüm bunlar bile sık ağaçlık bir alanda, ormanın bilinmeyen derinliklerine doğru koşan kızı durdurmaya yetmiyordu. Daha büyük bir tehlike vardı bırakıp kaçtığı arkasında...
Yağmurdan, yırtıcı hayvanlardan ve soğuktan daha beter bir tehlike.
Bir cellat vardı orada...
İçine atıldığı bir cehennem...Kaygan çamurlu yolda tüm gücüyle koşarak birbirinin ardınca dizilmiş çam ağaçlarının arasından geçen Miray, arkasında bir yerlerde, birkaç adım uzaklığında duyduğu köpek havlamasıyla telaşlı bir şekilde durarak önündeki ağaçlardan birinin arkasına sığındı.
Nefes alış verişi bütün ormanda duyuluyormuş gibi yüksek bir uğultuyla kulaklarında çınlıyordu.
Kalbinin ritmi sayılamayacak kadar hızlı atıyor, kafasına üşüşen düşünceler ise bütün bir gece boyunca özgürlüğüne kavuşacağı dakikalar için düşlediği umuduna gölge düşürüyordu."Hayır Allahım lütfen... Lütfen o olmasın."
Kıstığı gözleri ormana çöken sisin arasından ezberine yerleşen belirgin gölgeyi aradı. Uzun, çevik, geniş omuzlara sahip olan o ruhsuzu. Diliyle değil, gözleriyle konuşan adamı.
Sadece tek bir anlam ifade edebiliyordu hayallerine yerleşen o muazzam kehribar bakışların sahibi buğulu gözler.
Soğukluğu...Yanından uzaklaşıp saçlarını savurarak kokusunu, elinde sıkı sıkı tuttuğu köpeklerin burunlarına taşıyan o rüzgarın sertliği gibi, sertliği ifade etmeyi başarabiliyordu.
Bir yemin etmişti oradayken.
Onu kurtaracaktı....
Ama bir de açık bir kapı bırakmıştı kendisine...
Eğer isteseydi...İsteseydi denerdi. Gerçekten de onu kurtarmak için savaşırdı ama genç adama yaklaşmak istedikçe o kendisinden uzaklaşıyordu.
Bu sabah o hapisanenin aralık kapılarından kuş olup uçmadan önce bir kez daha denemişti. Son bir kez yine bakmıştı hiçbir zaman zihninden silinmeyecek olan o gözlere.
Talihsizliğinin kederini taşıyan o mahzun bakışların önündeki hissiz perdeyi göz ardı ederek yine denemişti ona ulaşmayı.
Ancak nafileydi.
Havaya uzattığı eli boşlukta öylece kalakalmıştı. Gidişine izin vermiş, ardından sessizce bakmış ama onunla gelmemişti.
Demek ki oraya aitti Boran. O hayatı seçmişti yaşamak için. Denemiş ama isteğine ulaşamamıştı genç kız. Verdiği sözü hayatında ilk kez yarım kalmıştı..."Lütfen sen olma! Ne olur beni yine o cehenneme geri götürmek için o görevi sen üstlenmiş olma... Sen değil Boran."
Niye gelen kişinin o olmamasını bu kadar istiyordu belirsizdi. Neden ondan böylesine bir ihaneti kabullenemiyordu, bu da aynı şekilde soru doğuruyordu ancak mantığını hile yoluyla sustursa da, zihninde yankılanan sorulara koca bir bilmiyorum cevabı haykırsa da kalbi biliyordu.
Biliyordu ama diline getirmeye, kelimelere dökmeye cesareti yoktu genç kızın...
Sadece umutsuz bir bekleyiş içerisinde gözlerini gri dumanın ötesine dikmişti. Yaklaşan ayak seslerinin kime ait olduğunu öğrenmek amacıyla büyük bir umutla bekliyordu.
Öğrenmişti de...Başını çarparcasına ağacın kalın gövdesine yasladığında kıstığı gözlerinden büyük bir damla rüzgarın etkisiyle saçları arasına savrularak gözden kayboldu.
Sessiz bir isim fısıldadı boşluğa...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURTARICI wattys2018
FanfictionResmini gördüğü ve hoşlandığı adamla evlenmek üzere evine götürülen genç kız çok geçmeden evleneceği adamın resimdeki genç olmadığını anlar. Evleneceği adam kendi yaşının iki katında zengin bir tüccar, resmini görüp hoşlandığı adam ise onun seyisidi...