Kelimeler...Kelimeler, her birimizin doğuştan itibaren istemsizce öğrendiği gizli hazinelerdi.Birçoğumuz ağzımızdan olağan şekilde çıkan bu değerli madenlerin etkisinin farkında değildik.Kelimeler o kadar güçlü ki onlarla savaş çıkartıp binlerce insanın hayatını etkileyebilir;o kadar geniş çaplı ki onlarla uzay mekiğinin ateşlenmesi emrini verip dünyada devrim yaratabilirdik.Aslında o kadar uzağa gitmeye gerek yoktu.Kelimelerle anında bir insanı mahvedebilir ya da onu şaha kaldırabilirdik.Kelimeler her yerdeydi;bir bebeğin dünyaya ilk merhabasında,iki aşığın birbirine bağlılık yemininde,insanın dünyaya karşı getirdiği son haykırışta ya da ses çıkartmadan oturarak kafamızla kendimiz arasındaki düşüncelerin içinde.Konuşmanın, herkesin yanlışlıkla öğrendiği bir sanat dalı olduğunu söylemiş Van Gogh.Herkesin doğru kullanmayı beceremeyeceği...
Özgür'ün karşımda sarf ettiği sözler karşısında aklım direkt Anıl'ın bana anlattığı diğer iki mektuba gitmişti.O mektuplardan haberi mi vardı ki?Kaşlarım hafif çatık, anlamamış gözlerle ona bakarken Özgür, anlamlandıramadığım hale bürünmüş yüzünü eski haline soktu ve masaya dayanmış bedenini geriye çekti.
"Zarflar Hazal, içine baktın mı bakmadın mı?"
"Ne zarfından bahsediyorsun?"
"Bu dava ile ilgili karşı tarafın kanıt niteliğinde sundukları belgelerde onları ele veren ipuçları buldum.Kendi ayaklarına sıkmış salaklar."
"Görmemiştim."
"Burada işte, az önce ara verdiğimizde onlara bakmışsındır diye düşünmüştüm."Sandalyesinin karşındaki diğer sandalyenin üzerindeki iki büyük zarfı bana uzattı.Tabi ya, Anıl'a gelen zarflara kafamı o kadar takmıştım ki istemsizce ilk onları düşünmüştüm.Ayrıca bu zarfları da ara verdiğimizde hiç görmemiştim, kafamı acilen toparlamam gerekiyordu.
"Ben daha sonra bakarım onlara, biraz yoruldum sanki, ortak çalışmamıza yarın devam etsek olur mu?"
"Tabi, başka yapacak bir şey de yok zaten erken çıkabiliriz."Biraz duraksadıktan sonra devam etti."Yeni kocanla vakit geçirmeyeceksen kahve alıp sahilde biraz yürüyelim mi, ne dersin?"Bana beklentiyle bakan gözlerini geri çeviremedim.Kafamı biraz boşaltmayı gerçekten istiyordum.Üstümüzü giyinip otoparka indik.O kendi arabasına bindi ve kendisini arkadan takip etmem gerektiğini söyledi.Öyle de yaptım.Bir süre gittikten sonra Bebek sahilinde arabasını durdurdu.Arabalarımızdan inip kahvelerimizi aldıktan sonra yan yana yürümeye başladık.İkimizin de sessiz olduğunu görünce konuşmayı ben başlattım.
"Ben de burayı baya seviyorum.Yaz, kış sessiz olan nadir sahillerden."
"Ben, aslında çok İstanbul çocuğu değilimdir.Kısa bir süredir burada yaşıyorum."
"Gerçekten mi?Önceden neredeydin peki?"
"Kocaeli.Neredeyse tüm hayatım boyunca oradaydım, üniversiteyi de orada okudum, çalışmaya da orada başladım.İki üç senedir buralardayım."Durup deniz kenarındaki banklardan birine oturduk.
"Şaşırdım, ben de hep burada yaşadığım için diğer yerlerden gelenleri duymak kulağa değişik geliyor.Arkadaşlarım falan da hep buralılar."
"Demek ben ilk oluyorum.Sevindim."Her zamanki gülümsemesini yüzüne yerleştirip kafasını geriye yasladı.
"Neden peki?"
"Ne,neden?"
"Neden, İstanbul'a geldin?"
"Senin çalışmaya başladığın ilk gün yanımda bir çocuk vardı,hatırladın mı?"
"Evet,Can'dı değil mi?"
"Aynen,bizim kerata burada üniversiteyi kazanınca ben de kendim için değişim vaktinin geldiğini anladım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUN
General FictionHayatın bize kurduğu tümseklere çarpıp parçalanan, yara alıp yoluna devam eden, kurtarılmayı bekleyen, geriye bakıp tümseğe tekme atan ve tümseği yerleştirenlerin hikayesi. Hazal, yokuşa sürülen hayatını toparlamaya çalışırken tanıştığı insanlar yol...