#2 - Mektup
Sol elini boğazına götürüp kravatını gevşetti ve üstten bir düğmesini açtı. Solgun, zayıf parmaklarıyla yakasını iki yana doğru genişletmeye çalıştı. Masanın ortasında, tam önünde duran kağıtların sağında bulunan siyah, üzerinde enlemesine iki sarı şerit geçen dolma kaleme uzandı. İçinde, mürekkep olup olmadığını kontrol etmek isterken gömleğine mürekkep akıttı. Hemen doğrulup, mürekkebin ceketine gelmesine engel olmaya çalıştı gayri ihtiyari bir şekilde. Sağ eliyle çekmecesini aralayıp parmaklarını içeri daldırdı ve el yordamıyla mürekkep şişesinin yanında duran bez mendile ulaştı. Gömleğinde yayılan mürekkep lekesine bir iki kere bastırdı. Ellerindeki mürekkebi ve sarı şeritli siyah dolma kalemi de beze sildi. Bezi çekmeceye fırlattı. Bez çekmecenin üzerinden, odayı baştanbaşa saran halının üzerine sarkıyordu. Ceketini çıkardı, sandalyeye giydirdi. Daha sonrasında sol elini yakasına götürüp, kravatının bağını genişletti. Boyun bağını kafasından çıkarırken bir küfür savurdu, kafasından kurtardıktan sonra masanın sol tarafına bıraktı. Tekrar sandalyeye oturdu, kollarını dirseğinin altına kadar sıvadı.
İki eliyle önündeki kağıtlara uzandı. En üsttekini aldı, diğerlerini sol elinin dışıyla kenara itti. Üstten ayırdığı kağıdı hafif sağa meyilli şekilde önüne yerleştirdi. Sarı şeritli siyah dolma kalemi sol eline aldı. Boş gözlerle kağıda bakarken, kalemi solgun parmaklarının arasında gezdiriyordu.
"Sevgili Elia" yazdı bomboş kağıdın parlayan alnına. Hoşuna gitmedi, önce yüzünü sonra kağıdı buruşturdu. Buruşmuş kağıdı masanın yanındaki kovaya bıraktı. Sola itelediği kağıt yığının arasından bir tane daha seçti ve sağa eğik bir şekilde önüne koydu. Siyah, sarı şeritli kalemini tekrar eline alıp bomboş ve yalnız kağıt ile buluşturdu. Ona seslenirken kullandığı kelimeleri hatırladı, özenle kağıdın alnına yazmaya başladı.
"Güzel Yüzlü Elia'm"
Bu kelimeleri yazmak bile gözlerinin dolmasına sebep olmuş, solgun yüzü biraz daha çökmüştü. Elindeki kalemi fırlatıp, duvarda parçalamak istedi bir an fakat kendine hakim oldu. Bunu Elia için tamamlamalıydı. Avucunun içinde bir kez daha gezdirdi sarı şeritli siyah dolma kalemi.
"Her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyorum bugünlerde yanında olmana. Karanlık bir çukurdaymışçasına çaresiz hissediyorum. Üstelik bu hissiyattan kurtulmaya çabalayacak hiçbir kuvvet bulamıyorum kendimde. Ürkek bakışlarına maruz kalmayı öylesine özlüyorum ki, Elia. Neşeyle çınlayan sesini bir daha duyamayacağım düşüncesi ise kalbime zehirli bir hançer gibi saplanıyor, zehrini vücuduma pompalıyor ve geriye kalan bütün acılara karşı hissizleştiriyor beni. Köhnemiş insanların, ucuz arzuları ve çıkarları dahi herhangi bir tiksindirme yaratmıyor bünyemde artık. Senin yokluğunda daha çok gözüme batsa da insanların çirkinlikleri, umursuz bir şekilde yadsıyorum bunları. Belki de en çok gururuma dokunan bu boşvermişliğimdir.
Belki bu satırları okuduktan sonra bana acır, zavallı aklımı yitirdiğimi düşünürsün. Ama hayır, güzel yüzlüm. Gayet sağlıklıyım fakat kendimde artık tüm bunlarla boşa çıkabilecek takatı bulamıyorum. Annemden sonra senin de yokluğun beni gittikçe güçsüz kılıyor. Belki de artık fabrikaları amcam Marcus'a bırakıp uzun bir seyahate çıkabilirim. Bunu ciddi bir şekilde düşünüyorum. Şimdilik hoşçakal güzel yüzlü Elia'm, uzun süre yazamayabilirim. Zamanın neler göstereceğini merakla bekliyorum. Beni merak etme."
Satırların arasına biraz mesafe koyup, sol elindeki kalemi, kağıdın sağ altına yöneltti ve adını yazdı: "Nigel Wall"
Hızlıca ayaklandı, düğmelerini iki eliyle açmaya başladı ve mürekkep lekeli gömleğini çıkarıp ellerini onunla sildi ve sandalyenin oturak bölümüne bıraktı. Kuruması için mektuba birkaç defa üfledikten sonra dikkatlice katladı. Masanın üzerinden bulduğu bir zarfın içerisine dikkatlice yerleştirdi. Sol elini sandalyede asılı duran ceketinin iç cebine götürüp çakmağına uzandı, aile mührünün yanındaki mumu yaktı. Tekrar ceketine uzanıp, iç cebinden başka bir mühür daha çıkardı. Erimeye başlayan mumu zarfın ağzına dikkatlice damlattıktan sonra ceketinin cebinden çıkardığı mühürle kapattı. Mührü bir kağıda silip ceketinin cebine geri bıraktı. Mektubu cebine koydu. Sonra odasına gidip, dolaba yöneldi ve bir başka gömlek çıkardı. Düğmelerini ilikledi, hızlı hareketlerle pantolonun içine sokuşturdu. Olabildiğince hızlı olmaya çalışıyor, sanki bir şeyi kaçırmak istemiyormuş gibi davranıyordu. Alelacele çalışma odasına döndü. Masanın üstündeki kravatı boynuna geçirip, sandalyede asılı duran ceketi de üzerine giyip hazırlanmıştı. Son olarak masadaki aile mührünü alıp muma bastı, devrilmiş bir şekilde masaya bıraktı.
"Bay Hobbes!" diye seslendi kapıya doğru, henüz birkaç saniye geçmişken yaşlı Bay Hobbes kapıda belirdi:
"Buyurun Bay Nigel" dedi, parlayan gözleriyle.
"Arabayı hemen hazırlayın, Elia'ya gideceğim" dedi Bay Nigel kapıya doğru yürürken ve ardından kapıdan çıktı. Bay Hobbes da arkasından onu takip edip:
"Tabi efendim hemen çağırıyorum" dedi. Yaşına yakışmayan bir atiklikle Bay Nigel'ın önüne geçti ve hızlı adımlarla koridorun sonundaki kapıdan çıktı. Bu sırada Bay Nigel koridoru adımlayıp, sağlam tahta basamaklardan aşağı indi. Açık limon yeşiline boyanmış holü bitirip, kapıyı açtı ve dışarı çıktı.
Ceketinin iç cebine elini götürüp çakmağını ve sigara tabakasını çıkardı. Sigaralardan birini ağzına götürüp yaktı. Arabanın önündeki atlar homurdanıyor, bazen de ayaklarını yere vuruyorlardı. Şapkasını unuttuğunu fark etti, kapıyı aralayıp holdeki hizmetçiye getirmesini söyledi. Çok geçmeden, Bay Hobbes'ın kızı Abigail kapıyı araladı, gökyüzü mavisi gözlerini Bay Nigel'a dikerek iki eliyle şapkasını ona uzattı. Nigel da başını hafifçe eğerek teşekkür etti. Daha Abigail kapıyı kapatamadan, Bay Hobbes ve arabacı kapıdan çıktılar. Arabacı koşar adımlarla ön bahçeyi geçerken, Bay Nigel sigarasını yere atıp ayağıyla söndürdü. Solmadan evvel son vakitlerini yaşayan lalelerin arasından geçerek bahçenin demir kapısına ulaştılar. Bay Hobbes yine çabuk hareketlerle Bay Nigel'ın geçmesi için kapıyı genişletti. Ardından bahçenin demir süslü kapısını kapatıp, arabanın kapısını Bay Nigel için açtı. Kendisi de Bay Nigel'ın yanına oturup, kapıyı kapattı.
Atların yularını savurdu arabacı. Sırtlarına vuran kayışla irkilen atlar, harekete geçip yavaş yavaş ilerlemeye başladılar. Bay Nigel, arabanın penceresindeki perdeyi tamamen yana çekti. Toplanmış bulutlara bakıyor, yağmurun yağacağını düşünüyordu. Arabanın sarsılmasıyla birlikte düşüncelerinden uyandı. Bay Hobbes ile birlikte havaya zıplamışlardı adeta. Bay Hobbes hemen kafasını camdan çıkarıp arabacıya bağırıp dikkatli olmasını söyledi, Bay Nigel ise sarsıntının etkisiyle yerinden oynayan silindir şapkasını düzeltti. Bu sırada Bay Nigel'ın düşündüğü gerçekleşti, bulutlar taşıdıkları damlaları yavaş yavaş bırakmaya başladılar. Bozuk taş yollardan zarar görmek istemeyen arabacının atları yavaşlatması sayesinde, yere düşen damlalar daha net duyuluyordu. Bay Nigel'ın görüşünü taştan, yüksekçe bir duvar engelledi. Çok geçmeden büyük, demir bir bahçe kapısının önünde durdu araba. Bay Hobbes arabanın sol kapısından çıkıp, Bay Nigel'ın olduğu tarafa koşar adımlarla geldi. Önce şemsiyeyi, daha sonra da Bay Nigel'ın kapısını açtı. Dikkatli adımlarla indi Bay Nigel arabadan. Şemsiyenin sapını ihtiyar Hobbes 'un elinden kaptı.
"Teşekkürler Bay Hobbes, siz burada bekleyebilirsiniz" dedi.
Hobbes bir adım geri çekilerek Bay Nigel'ın yolunu açtı. İhtiyatlı adımlarla mezar taşlarının arasından yürümeye başladı. Çiseleyen yağmurla yumuşayan çimenler, onun dikkatli adımlarını buyur edermişçesine sarıyordu. Gözüne annesinin mezar taşı çarptı. Sanki hep orada yatıyormuş gibi alışmıştı annesinin isminin soğuk mermere kazılı olmasına. Yüreğinin bu denli katı olması yine yüreğini incitmişti. Acı bir gülümseme belirdi solgun yüzünde. Annesini geçip yanındaki mezara geldiğinde durdu. Şapkasını çıkarıp, koltuğunun altına aldı. Bir mühlet öylece durdu. Her zaman yaptığından farklı bir şey yapmaması gerekiyordu. Yüzüne düşen saçlarının arasından kaçamak bir bakış fırlattı geride bıraktığı arabaya, sonra mezara doğru eğildi. Mezar taşının önündeki mermer kapağı kaydırdı, içindeki mektubu aldı. Bunun da mührü hiç bozulmamıştı. Eski mektubu cebine götürüp, iç cebinden yazdığı yeni mektubu çıkardı ve mermer kaba koydu. Sol eliyle yüzüne düşen saçını düzeltti, ardından da mezar taşına okşarmışçasına dokundu:
"Bu işe seni karıştırdığım için üzgünüm" dedi.
Ağır ağır doğruldu ve son bir kez mezar taşına uzunca baktı. Daha önce göremediği bir şeyi görmeyi umarmışçasına dikkatle bakakaldı bir süre boyunca. Öyle ki, arabaya doğru yürürken bile mezar taşının üzerindeki isim gözlerinin önünden gitmiyordu hala: "Elia Wall"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kötü Çocuklara Masallar
Misteri / ThrillerHenüz wattpade özel bir hikaye yazmaya fırsat bulamadım. Halihazırda üzerinde çalıştığım bu öykü kitabının ilk öyküsünü sizin için yayınlıyorum. Beğenilirse hikayeleri yayınlamaya devam edeceğim. Lütfen düşüncelerinizi yorum olarak yazın. Teşekkürle...