Bölüm 46

3 0 0
                                    


Selin gittikten sonra istemeye istemeye de olsa salonun köşesine yerleştirdiği abajuru açıp ışığı kapattım. Abajurun salonu aydınlatmasına mumlar da yardım ediyordu. On altı tane mumun (Çok abartılı olduğunu düşündüğüm için ısrarla sayısını belirtiyorum.) alevlerinin tavanda dans edişini izlemekse muhteşemdi. Bir görüntü bu kadar mı huzur verirdi insana ve böylesine umutla sarar mıydı dört bir yanını?

Ben alevlerin dansını izlerken kapı çaldı. Her zamanki gibi kalp atışlarım değişmiş, elim ayağım uyuşmuştu. Bu hep böyle mi olacaktı ya? Ben bu adamın karşısında sakin sakin duramayacak mıydım hiç? Bir yerlerim illa da uyuşmak zorunda mıydı yani? Kapının önüne gittiğimde birazdan kalbimin duracağını düşünüyordum artık. Soluk alışlarım bile hızlanmıştı. Göğüs kafesim hızlı hızlı kalkıp iniyordu. Kalp krizi geçirmeden kapıyı açmam lazımdı artık. Son kez boğazımı temizleyip, saçlarımı ve elbisemin eteğini düzeltip yüzüme bugüne dek kimsenin görmediği; en özel gün için sakladığım gülümsememi yerleştirip kapıyı açtım.

-Evde yoksun sandım!

Dakika bir gol bir. Daha birkaç saniye önce en özel yerden çıkardığım tebessümü gerisin geri sokuşturmuştum kapalı kutuma. Bu nasıl bir merhabaydı Allah aşkına?

-Hoş geldin Güneş. Sana da merhaba.

Bozulduğumu fark etmişti. Yüzüne pişman bir ifade oturdu aniden. Hemen peşinden sıcacık bir sarılmayı armağan etti.

-Ya kusura bakma. Işıklar yanmayınca... Gerçi sönükken daha güzelmiş senin salonun.

Şaşkın şaşkın salonu inceliyordu. En çok da mumları... Ben demiştim ya fazla gelecek diye. Şimdi dalga geçecekti işte bütün gece benimle.

-Mumlar biraz çok oldu sanki ama anca aydınlattı.

Yalan mı yoktu canım? Ama ya şimdi de ışığı açsaydık derseydi? İşte o zaman büyük sıçardın Alkım hanım!

-Yoo hayır çok güzel olmuş. Sen de çok güzel olmuşsun.

Elindeki şarap şişesini almış mutfağa gidiyordum ki Güneş'in dudaklarından bu sözler döküldü. Teveccüğünüz efendim. Aşkınız sağolsun. Yaptık işte bir şeyler. Tamam canım kabul. Yaklaşık beş saatte her şeyi hazır ettik ama size değer tabii. Güneş'siniz sonuçta siz. Öyle alalede biri değil.

-Teşekkür ederim.

Ya Alkım! İçinden konuşmakla olmuyormuş dimi? Yağdırıyordun övgüleri. Hadi karşısına geç de yüzüne yüzüne söyle adamın. Yemiyor değil mi? Desene siyah keten pantolonun üzerine seçtiğin buz mavisi, belden oturtmalı gömlek nasıl da yakışmış sana öyle? Diye. Cidden ya! Bu adama buz mavisi kesinlikle çok yakışıyordu. Yine bütün ihtişamıyla karşımdaydı işte. Gömleğin kollarını geri kıvırmış, birkaç düğmesini de açık bırakmıştı. Gözünün önüne düşen saçları spreyleyip özenle kenarı atmıştı. Kokusu hemencik bütün evi sarmış ve evim Güneş burada oleeey! Diye çığlık atmaya başlamıştı. Zayıflamış mıydı o? Kesinlikle. İstanbul'da her ne olduysa yüzünü incecik bırakmıştı Güneş'imin. Neyse! Ben bakarım nasılsa ona. Yeniden kilo aldırırdım en güzel yemekleri yapıp. Nasıl da özlemişim şu yakışıklılığa bak ya! Ne zamandır görmüyordum ben Güneş'i? Tabii ya! Nereden baksan altı hafta olmuştu. Koskoca kırk gün!

Şarabın mantarını açıp kadehlere servisini yaptıktan sonra masada Güneş'in karşısında yerimi almıştım. İki şişe almıştı şarabı. Birkaç tane de bira. Anlaşılan gece uzundu. Bu gece susmayacaktı Güneş. Ve cesaret için de alkole ihtiyacı vardı. Fazlaca alkole!

Alkımın GüneşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin