Leylan bir kere daha kâbus gördü. Bu sefer güneş neredeyse doğmak üzereydi. Ortalık yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı ama gecenin laciverdi tamamen silinmiş, gökyüzü tanıdık mavisine kavuşmuş değildi. Bir öncekiler gibi mırıltılar, sızlanmalar yoktu bu defa. Bu defa Cesur'un uykusunu bıçak gibi bölen tiz bir çığlık sesi olmuştu. Genç adam geceyi yırtıp gelen bu sesle yataktan fırlamış, bir süre ne olduğunu kavrayamadan panikle etrafına bakmıştı. Sonrasında kanepede doğrulmuş, kesik kesik solumakta olan Leylan'ı görünce gerçeklik algısı yerine oturmuştu.
Çığlık atan Leylan'dı.
Neyse ki yalnızca bir kâbus görmüştü.
Cesur bunları kavradığı anda ne zamandır tuttuğunu bilmediği nefesini tuhaf bir rahatlamayla koyuverdi. Hızlı adımlarla Leylan'ın yanına ilerleyip kanepenin kıyısına oturduktan sonra ellerini uzatıp onun şok içindeki yüzünü ellerini arasına aldı. "Leylan," diye sordu hala uykusunun boğukluğunu taşıyan sesiyle. "Leylan, iyi misin?"
Yaşlarla dolu gözlerini kırpıştıran genç kadın etrafındakileri yeni yeni görmeye başlamıştı. Zihnindeki koyu, kıvamlı sis yeni yeni dağılıyordu. Haftalardır uyuduğu odadaydı. Karşısında Cesur'un tanıdık mavi bakışları vardı ve yüzünde de onun dokunuşları geziniyordu. Bunların her birinin farkındaydı o sisin ardından ama yine de kendini son derece gerçekçi olan kâbusundan sıyırıp alamıyordu Leylan. Kontrolden çıkan araba, aniden öne doğru fırladığını hissedişi, başındaki ve bacağındaki dayanılmaz acı, etraftaki gürültüler, kendisinden yükseldiğini çok zor fark ettiği o tiz çığlık... Hepsi öyle canlıydı ki neredeyse gerçekti. Leylan elini başına götürse yanağına doğru akan kanın sıcaklığını hissedeceğinden korkuyordu.
Oysa yüzündeki sıcaklığın kaynağı başkaydı. O eller, ona endişeyle seslenen adama aitti. Cesur'a. Kazadan çok sonra hayatına giren adama.
Cesur'un telaşlı sesi Leylan'ın battığı derin suya dalmış ve onu sarıp yavaş yavaş yüzeye çekiştirmeye başlamıştı. Her geçen saniye kulaklarında berraklaşan tınıyla beraber Leylan nihayet yüzeye çıktı ve fısıltıyla "İyiyim," dedi. Ama değildi. Yalan olduğu çok iyi bilindiği için yalan sayılmayan sözlerden biriydi bu iyiyim.
Leylan'dan bir geri dönüş alabilmiş olmanın rahatlamasıyla derin bir nefes alan Cesur, karısını kollarının arasına alıp "Geçti," diye fısıldadı. "Tamam mı? İyisin. Geçti." Geçen bir şey yoktu oysaki. Tüm kâbuslar, bütün hayaletler, geçmişin bizatihi kendisi tepelerinde asılı duruyordu. Sıkıntıyla örülmüş bir gökte asılı duran yıldızlar gibi hepsi başlarının üstünde öylece duruyordu. Ama Cesur, Leylan'a sarıldığında geçtiğine inanabiliyordu. Bir gün geçeceğine. Belki.
Kazadan sonra da defalarca kâbus görmüştü genç kadın. Her birinden kan ter içinde uyanmış, sonra dizlerine sarılıp sabahı beklemişti ağlayarak. Oysa bu yalıda her gördüğü kâbusu paylaşan biri vardı. Buna hala alışabilmiş değildi. Üzerine elenen şefkati hala yadırgıyor, kendine yakıştıramıyordu. Yalnızlıkla nasıl savaşılır biliyordu da şefkatin karşısında dizlerinin bağı çözülüyordu. Soğuk karanlıklarla bir başına yüzleşirken dimdik tuttuğu başı, Cesur'un yanında gözyaşlarıyla öne eğiliyordu. Cesur ona sarıldığında Leylan'ın inşa ettiği tüm kaleler yerle bir oluyordu. Onu itmek, uzaklaştırmak, bir etin kemikten sıyrılması gibi bu şefkatten sıyrılmak istiyordu ama hiç gücü yoktu. Birazcık bile gücü yoktu.