-21-

123K 6.8K 677
                                    

Afiş için @zihnimdeveca 'ya çok teşekkürler! İthafları yorumlar arasından seçiyorum, keyifli okumalar!

Afiş için @zihnimdeveca 'ya çok teşekkürler! İthafları yorumlar arasından seçiyorum, keyifli okumalar!

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

İstanbul'a döndüklerinde her ikisi de hasretle karşılandılar. En azından evdeki kadın nüfusu tarafından... Demir ve Fırat ortalıklarda yoktu ama Hale de Nisa Hanım da onların dönüşü için çok heyecanlıydılar. Önce her ikisine de sıkı sıkı sarılmışlar fakat onların Londra'dan getirdiği torba torba hediyeleri görünce onları unutup hediyelere koşmuşlardı. Paketleri açarken Nisa Hanım bir yandan Cesur'un nasıl hastalandığını, nasıl olup da yağmurda kaldığını sorguluyordu. Bunu telefonda yapması kesinlikle yeterli gelmemişti, bir de yüz yüze sorgu istiyordu.

"Gelinin bana iyi bakamadı işte anne," dedi Cesur oturduğu koltukta arkasına yaslanırken. "Beni yağmurda unuttu. Ben de hastalandım. Olay bundan ibaret."

Leylan kocasına çatık kaşlı bir bakış attı. Gerçi Cesur'un söyledikleri çok da yalan sayılmazdı fakat yine de kaynanasına böyle anlatılmak istemiyordu. Aslında kaynanasına olan bitenin aslının anlatılmasını da istemiyordu. Tek istediği bu konunun sonsuza dek mühürlenip bir daha açılmamasıydı. Zaten bir an olsun aklından çıkmayan o öpücük yeterince canına okuyorken bir de insan içinde utandırılmaya hiç ihtiyacı yoktu.

Nisa Hanım oğluna boş bir bakış atıp "Sen onu külahıma anlat," diye karşılık verdi. "Sana bakamıyor olsa hala hasta olurdun. Ama işe bak ki şikâyet edip duracak kadar sağlıklısın."

Hale de hızla başını sallayıp "Annem haklı," diyerek ona katıldı. Leylan'ın abisini yağmurda unuttuğunu hiç zannetmiyor, hikâyenin anlatılmayan bir yönü olduğunu seziyor ve bunu öğrenmek için yanıp tutuşuyordu.

Genç adam oturduğu koltuktan bezgin bir tavırla kalkarken "Siz kadınlar," deyip iç geçirdi. "Hep birbirinizi kolluyorsunuz. Ben gidiyorum."

Onları açmak için çok hevesli olduğu hediyelerle baş başa bırakıp odasına doğru ilerlerken içindeki karmaşayı yokladı. Çocukken yaşadıkları bu yalıyı çok severdi. Kendi zengin çevrelerinde dahi bir yalıda yaşamanın havası başkaydı. Bu yüzden ev dediği bu yerle gurur duyar, övünürdü. Gençliğinde de bu pek değişmemişti. Yalının her bir köşesinde inanılmaz anılar biriktirmişti. Fakat en çok çatı katında sabahlara kadar oturup muhabbet ettikleri günler aklında yer etmişti. Arkadaşlarıyla ve elbette Fırat'la beraber orada harcadıkları saatler o kadar eğlenceli olurdu ki bazen dışarıdaki bir kulübe ya da eğlence mekanına tercih ederlerdi çatı katını. Oradan yayılan gürültü ve kahkahalar bütün yalıyı sarar, çoğunlukla Demir Zorbey'in kaşlarını çatmasına neden olurdu. Fakat yine de kimse bu gürültüden şikayetçi olmazdı.

Birce bütün hayatını bir çığ gibi üstüne devirdikten sonra Cesur için bu yalıda yaşamak yavaş yavaş bir işkenceye dönüşmeye başlamıştı. Eskiden gülümseyerek hatırladığı tüm anılar ona işkence eden zalimlere dönüşmüşlerdi. En son ne zaman çatı katına çıktığını bile hatırlamıyordu mesela. Artık orada onu mutlu günlerin beklemediğini bildiğinden çıkmayı da düşünmüyordu. Eskiden o gürültü nasıl neşe demekse, şimdi bu sessizlik öyle kasvet demekti.

LacivertHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin