Güneş ışıklarını yavaşça üzerimize bırakıyordu, toprağın ısınışını ve derimin üzerindeki sıcak baskıyı hissettim. Kuşların kanatlarını çırpışı, ağaçların yapraklarının hafif hışırtısı ve rüzgarın yumuşak uğultusu kulaklarıma ulaştı. Gözlerimi açtım ve güneşe baktım.
Fylin'in beni izlediğini hissediyordum. Arkamı hafifçe döndüm, bahçeye açılan kapıya yaslanmış halde bana bakıyordu. Rion'un kıyafetlerini giymişti ve bu beklendiği şekilde Rion'u düşünmeme neden oldu. Fylin yavaş adımlarla yanıma geldi. Üzerine oturduğum ıslak toprağın üzerinde bir süre durdu, sonrasında yanıma oturdu.
"Duyuyor musun?" diye mırıldandım sarhoş gibi. Etraftaki seslerin birbirine girişi, ahenklenişi ve susuşu kulaklarımda yeniden canlandı. Yanıma döndüm, Fylin'in güneş ışığında mükemmel görünen mavi gözlerine baktım. Gözbebeği güneş yüzünden küçüldü, mavinin derinlikleri büyüdü ve beni adeta sardı. Kirpiklerinin gölgesi mavinin derinliklerini koyulaştırmıştı. Elimi uzattım, hafifçe henüz tam olarak uzamamış olan sakalları avucuma battı. Ona dokunmamı bir özlemle karşılamıştı, içini çekti ve ona dokunur dokunmaz zihni bana açıldı. Binlerce düşünce kesik kesik bir halde zihnime döküldü; iç sesini duydum. Zihnindeki odalarda bana ait onlarca anı vardı.
"Nasıl..." dedim yavaşça. Gözlerimin önünde Fylin'le olan onlarca anı vardı. Onun zihninden bana akan anılar öylesine keskin ve güzeldi ki gözlerimin yaşardığını hissediyordum. Birlikteyken böylesine mutlu olduğum birini hatırlayamamak en büyük üzüntüm olabilirdi.
Mavi gözleri ıslandı, güneş ışığı daha da parladı. Uzandı ve elimi avuçlarının arasına aldığı anda zihni tekrar kapandı. Yine de önümde bir duvar yokmuş gibiydi, istesem tekrar onun anılarına ulaşacakmışım gibi.
"Çlirim. (Kurtuluş)" dedi yumuşak bir sesle. Hala elimi tutuyordu ve bana bakıyordu. Kahverengi uzun saçları gevşek bir topuzla toplanmıştı. "İnsanlar korkuyordu. Herkes korkuyordu. İnsanoğlunun her şeye bir çaresi vardı ancak bir şeye yoktu. Doğal afetlere."
Kaşlarım çatılmıştı. Devam etti. "Depremler, seller, hortumlar. Son birkaç yılda hepsi çok fazla arttı. Sıcaklıklar yaz aylarında 70'i buldu. Hortumlar insanların evlerini mahvetti, deprem bölgelerinde onlarca mezar oluştu." Onun da kaşları çatılmıştı. "Doğal afetler yüzünden birçok ada ve ülke yok oldu. İnsanlar azaldı. Belli bölgelere yerleşmeye başladılar. Çoğu gelişmiş ülke çöktü. Devletler buna bir çözüm bulmaya çalıştı. Bu yüzden bizi yarattılar."
Kaşlarım gevşedi, ellerim çözüldü. Fylin bekledi, bir süre doğanın acımasız müziğini dinlemeye devam ettik. "Onlarca insan seçildi, onlarcası kaçırıldı. Çeşitli testler yapıldı, dayanıklılık testleri. Çoğu insanın vücudu işlemleri kaldıramadı, çoğu çıldırdı, çoğu o kadar güçlendi ki her yeri yakıp yıktı." Etrafına baktı. "Biz kaldık. Son dokuz ırk kaldı."
Garaja sığmaya çalışan ejderha ve yılana baktı. "Ortama en iyi uyum sağlayan iki canlı belirlediler. Bunlardan birinin yılan olduğuna karar verildi. Diğeri ise milyonlarca yıldır planlanan ve yapılmaya çalışılan ejderhaydı." Beyaz ejderhaya hayranlıkla bakıyordu. "Doğal afetleri durdurabilecek güçte birini yaratmaya çalıştılar. Ejderhayı, yılanı, doğayı kontrol edebilecek biri. Böylece felaketleri durduracak ve herkesi kurtaracaktı."
"Ne oldu peki?" diye sordum kendimi düşünerek.
"İnsan beyni çok güçlü." dedi Fylin. "Çoğu şeyi yapabiliyor. Biraz takviyeyle zihin okuma, telepati öğretildi. İnsan ırkı değişti, gelişti. İlk denekler Jason gibiydi. Telepat ama hala zayıf, doğayı kontrol edemiyordu. Sonrasında daha da geliştirdiler, ortaya insani yeteneklere sahip olan ancak ondan daha güçlü olan bir yaratık çıktı. Zihinleri kontrol edebiliyordu. Arsye'den bahsediyorum." Fylin bana baktı.
"Bu da iyi bir şeydi. Çünkü insanlar felaket anlarında panik yapar. Arsye onları kontrol ederek paniği giderebilirdi."
"Bu daha kötü değil mi?" dedim. "Panik duygusu hayatta kalmayı kamçılar."
"Evet." Güneşe döndü, mavi gözleri daha da parladı. "Bu yüzden yılanı ve ejderhayı yönetebilen iki ırk yaratıldı. Felaketin ardından sağ kalan insanları yönetebilecek güçte varlıklardı bunlar. Shpese ve Gjarper bu iki ırkın yegane canlılarıydı."
"Laboratuvardan kaçmış olanlardan ikisi." dedim.
Başını salladı. "Yine de yetmiyordu, hala doğa kontrol altında değildi. Böylece ejderha kanından ve yılan kanından iki ırk daha oluşturuldu. Birisi elementi birisi de büyüleri kontrol etmeyi başardı."
"Sen yani." dedim yavaşça. Gözlerini kırpmadan bana baktı. "Evet." dedi, sesinde nedensiz bir hüzün vardı. "Ve Bukuri. Bukuri dört elementin dördünü de kontrol edemiyordu ilk doğduğunda. Şu an edebiliyor tabi."
Bukuri'nin toprakla beni tehdit etmesi gelmişti aklıma. Hala yarık olan toprağa döndüm, bahçenin bir köşesinde korkunç bir delik gibi görünüyordu. Fylin devam etti. "Akıllarda tek bir düşünce vardı. Altı tane ırk yaratılmıştı, altı farklı özellik. Bunlar bir ırkta toplanabilir miydi? Toplandı da." Bana baktı. Gözlerinin derinliklerinde yatan anlam beni sardı. "Sen."
Dediği şeyin doğruluğunu kavradığımda nefes alamaz olmuştum. Büyü, element, yılan, ejderhalık, telepat ve zihin kontrol. Hepsi bende vardı ve bir şekilde bunu biliyor olmama rağmen böylesine açık şekilde önüme serildiğinde sarsılır gibi oldum. "Sen her zaman en güçlüsü oldun bu altı kişi arasında. Hepimizi tek elinle bile savurabilirdin." Hayranlığı göze çarpıyordu.
"Hiçbir şey hatırlamıyorum." dedim acı çeker gibi bir sesle. "Neden hatırlamıyorum."
"Bize bağlanmaman için zihninle oynadılar." dedi Fylin. Elimi sıktı, öyle bir sıktı ki anlamı kavradım. Gözlerini bana çevirdi, şimdi mavi gözleri ıslaktı ve derin bir okyanus gibi görünüyordu. Yavaş bir sesle "Işık." dedi. "Sen benimdin. Benim her şeyimdin."
Sesindeki acı tonu zihnime batan iğneler gibiydi. Ondan yayılan enerji beni boğarcasına kaldırdı, yükseltti ve yere çekti. Dibe düştüm, karanlığın ortasına gömülü halde kaldım. Sesi uzaktan geliyormuş gibiydi. "Seni küçüklükten beri tanıyorum. Her şeyini biliyorum. Evlenecektik." Gülümsüyordu, ama öyle acı bir gülümsemeydi ki bende ağlama isteği uyandırmıştı. "Biz birbirimize aittik."
Hiçbir şey diyemedim. Aklımda herhangi bir düşünce yoktu, hafızamda Fylin'e dair bir anı bulamıyordum ama içten içe doğruyu söylediğini biliyordum. Ben onu hatırlayamasam da bedenim onu tanıyordu, elini tutuşumu biliyordum. Kokusunu biliyordum. Onu biliyordum.
Elimi yanağına götürdü, yeniden tenine dokunduğumda birkaç anı zihnime süzüldü.
Fylin'i görüyorum. Yanımda, elimi tutuyor. Bir hastanedeyiz. Ağlamaktan yorulduğumu hissediyorum, bir yandan da onun yanımdaki varlığı beni güçlendiriyor. Onsuz yapamayacağımı hissediyorum.
Bir başka görüntü aktı gözlerimin önüne.
Mavi gözlerini görüyorum. Elini saçlarımda hissediyorum, sevgisini en derin şekilde duyumsuyorum. Kokusu burnuma doluyor, gülümsüyor. Öpüyor beni. Öpüşünde mutluluk ve sevgi var. Kollarına alıyor beni, ona sarıldığım anda içimde hiçbir düşünce kalmıyor.
Gözlerimi açtım. Gözyaşlarım hızla akmaya başladığında Fylin de gözlerini açtı ve onun da ağladığını gördüm. Elimi çekip ayağa kalktım, hislerimin yoğun ve ağır oluşu beni yormuş ve şaşkına çevirmişti. Fylin durdu, arkamdan yaklaşmadı ya da bana dokunmadı. Bir süre doğmuş olan güneşin sıcak ışıklarının tenime değmesine izin verdim. Kullandığım güçler yüzünden vücudumun verdiği tepki olarak oluşan iz ve lekeler güneş ışığında parlıyordu. Derin bir nefes aldım, en sonunda sakinleşip ona döndüm. Bana baktı ve tek yaptığı şey kollarını açmak oldu.
Adım adım yaklaştım. Kollarının arasına girdiğimde dün yaşadığım his beni sardı, yoğunluk yeniden buluştu ve üzerime çullandı. Beynimin, zihnimin ve hislerimin darmaduman olduğunu hissediyordum. Geri çekildim, Fylin yüzümü avuçlarını arasına aldı ve eğildi, alnıma yumuşak bir öpücük bıraktı. Ona tekrar sarılıp kafamı eve çevirdiğimde bizi izleyen Rion ile karşılaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başlangıç - Kayıp Tanrıça
FantasyKayıp Tanrıça öncesini anlatan ve Sarah gelmeden önceki Shat'ı, Dragua'yı, Sorcier'yi bulabileceğiniz prologue. İlk Bölüm yayında. 16 Ocak 2018.