Kızıl güneş dağların ardından batıp gittiğinde ülkenin üzerinde yumuşak bir sıcaklıkla zayıf bir soğukluğun birbiriyle çatışması kalmıştı. Kanatlarımı sonuna kadar açtım, hafif bir rüzgarın tüylerin arasından sızdığını hissettim. Düşününce hala kanatlarımın olması garip geliyordu, ama günün sonunda uçabilmek bütün acıya değiyor gibiydi. Yavaşça havada süzüldüm, sanki az önce beynimde bir çarpışma yaşanmamış ya da nerede güçlerimi kullanıp onları bulduğum anlaşılmamış gibi.
Mağaranın yanına geldiğimde yükseltiden dolayı oluşan soğukluk bütün iyi ruh halimi süpürmüştü. Mağaranın içine girdim, gitmeden önce üşümesin diye yaktığım ateş sönmüştü ancak dikkatimi çeken bu olmamıştı. Rion ortada yoktu.
"Rion?" Kalbim korkuyla çarparken mağaranın karanlık kısımlarına bakış attım. Onu bulmuşlar mıydı? Helen'in Rion'u öldüreceğini söylediği anı zihnimden çıkmış ve beynime takılmıştı anında. Hızlı adımlarla mağara dışına çıktım, güçleri bir daha kullanıp Rion'u bulmak istiyordum ama bunu yaptığım anda bu mağaranın yerini öğreneceklerdi.
Rion'u kaybetmek istemiyordum. Gözlerimi kapattım ve bir süre sonra, birisi yavaşça yüzümü tuttu. Gözlerimi açtım ve karşımda duran Rion'a baktım. Derin bir nefes alarak "Neredeydin?" dedim sinirlenerek.
"Asıl sen neredeydin?" Yüzümü okşamaya devam ediyordu. Ayakta durabiliyor olmasına karşın hala kötü görünüyordu. Tek kolumu ona doğru uzattım ve hafifçe belinden kavradım. Yaralı olan tarafına özen gösteriyordum. Yumuşak bir sesle, "Rina'yı buldum." dedim.
Rion'un yüzümdeki eli durdu, gözlerine oturmuş olan çaresizlik bana da yayıldı. Kısık bir sesle, "İyi mi?" diye sordu.
"Bilmiyorum." dedim dürüstçe. "Sadece şu an nerede olduğunu ve yaşadığını biliyorum." Gri gözlerine baktım, hava iyice karardığı için siyaha dönmüştü. Yana döndüm ve Rion bana yaslandı, beraber mağaranın içine geçtik.
Ateşi yeniden yaktığımda, "Hepsi bu mu?" dedi merakla. Sırtını dağın pütürlü ve sert duvarına yaslarken huzursuz görünüyordu.
Ateşin karşısına oturdum. Isınmaya ihtiyacım olmamasına rağmen ateşin yanında olmak iyi hissettiriyordu. Sıkıntıyla, "Gücümü kullandım." dedim. "Nasıl oldu bilmiyorum. Bir keresinde Rina ve senin zihnine bir imge göstermiştim."
"Hatırlıyorum." derken sesi sakindi.
"Aynı şeyi yaptım." dedim. "Sadece bu kez şehirdeki herkesin zihnine ulaştım." Gözlerine baktım, tepkisini görmek istiyordum.
Korkmuyor ya da ürkmüyordu. Bakışlarında derin bir anlam gizliydi ancak bunu hayranlığa yormaya karar vermiştim. Derin bir nefes aldı. "Güçlerinin sınırı var mı?" diye sordu.
"Bilmiyorum." dedim. Gerçekten de bilmiyordum. "Bunu yapabildiğimi bile bilmiyordum ki."
"Nasıl oluyor?" dedi merakla. Hafifçe öne doğru eğilmişti, ateş yüzüne yumuşakça yansıyor ve saçlarının arasına ince çizgiler ekliyordu.
"Tuhaf." dedim sesim kısılırken. Ateşe baktım. Ateş çıtırdıyor ve alev parçaları havaya yükselip aniden yok oluyordu. "İnsanların zihnine aynı anda ulaşıyorum. Hislerini, duygularını, o an ne yaşadıklarını, nerede olduklarını, hatta anılarını bile görebiliyorum. Zihin denen şey çok karmaşık." Yüzüm kırıştı. "Her insanın zihni farklı bir dalga yayıyor. Böylece o dalganın o insana ait olduğunu anlıyorsun, Rina'yı da böyle bulabildim çünkü bahçede bunu ilk kez yaptığımda ikinizin de dalgalarını almıştım."
"Güzel geliyor kulağa." dedi hafifçe gülümseyerek.
Gözlerim yüzünden tekrar ateşe kaydı. "Değil aslında." dedim yavaşça. "Çünkü bir anda görüyorum hepsini. Ulaştığım kadar insanın zihni tüm çıplaklığıyla beynime akıyor, film gibi. Ama bu filmin ardı arkası kesilmiyor. Hepsinin anıları, o anki düşünceleri, hisleri aynı anda beliriyor." Tekrar gözlerine baktım. "Nefes almakta bile zorlanıyorum. Kendimi az daha kaybedecektim bunu yaptığımda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başlangıç - Kayıp Tanrıça
FantasiKayıp Tanrıça öncesini anlatan ve Sarah gelmeden önceki Shat'ı, Dragua'yı, Sorcier'yi bulabileceğiniz prologue. İlk Bölüm yayında. 16 Ocak 2018.