Elçiler ♤ -5

94 15 83
                                    

Dönüşümü görünen şeytan

Ancak kıyaslandığında parçalayacak,

Masum insanlar acımasızlığı tadacak.

Kum tanelerinin birbirlerine aldırmadan akıp gittiği bir zamanda; fazla sorgulanıp tarihe geçmeye değmeyecek günlerden birinde, gece karanlığı sıkıca sarmalamış ve üstlerine kasvetten bir örtü sermişti. Mevsimin kış olmasının verdiği; bu mezarlıkta olanların, ölü diri ayırt etmeksizin, kemiklerini titretecek cinsten olan dondurucu soğuğu da ceplerine meze diye doldurmuştu. Bir de içine kendini gözetmesi için orta halli bir bekçi koymuştu. Mezarlıkta yaşayan ruhlara sahipsiz dedirtmek istemezdi. Onların ölü ruhları geceye güç veriyordu; aydınlığın hırsızlarına çaldırtmak istemezdi.

Mezar bekçisi elinde kırmızı fenerle her bir köşesini avucunun içi gibi bildiği mezarlığı küçük ve titrek adımlarla turluyordu. Her gece bu saatlerde yaptığı bir kontroldü bu.

Esen sert rüzgarla hafifçe titredi ve ceketinin düğmelerini ilikledi. Yaz aylarında olsa buralarda uyuklayan sarhoşları kovardı. Ama bu soğuk havada mezarlıkta uyumak demek ya ölü olmak demekti ya da ölüme kollarını açarak koşmaktı. Kimse canına susamadığı için ıssız olan bu mezarlıkta, dolaşmayı her ne kadar anlamsız bulsa da bu onun göreviydi. Bu yüzden mezarlığın toprak yollarında ilerlemeye devam etti.

"Kiminiz çiçekler getirerek kiminiz ise dualar ederek beni ziyaret edeceksiniz ama yolculuğunuzun sonu burada bitecek. Sizi yanıma bekliyorum" kaç bininci kez okuduğunu bilmeden tekrar okudu bekçi, yanından geçtiği bir mezar taşında yazanları.

Sonra "Elbet kaçışımız yok ama önemli olan nasıl geleceğimiz." tekrar aynı şeyleri mırıldanarak ilerledi bekçi.

"Ey yolcu!

Bende yaşadım geçtim

69 yaşında ecel şerbeti içtim

beni gör, kendini unutma sakın

ölüm insana her şeyden yakın." bir diğerini okudu.

"Çok küçüktüm tanımadım dünyayı, esirgemeyin benden bir duayı." ve bir diğerini daha.

Her gün her gün okumaktan sıkılmıyordu bu yazıları, ona yaşamın geçici olduğunu ve ölümden korkmaması gerektiğini hatırlatıyordu.

Belki de bu soğuk havada kasvetli bir mezarlıkta onu ayakta tutan, içini ısıtan şey, okuduğu mezar taşlarının verdiği cesaretti.

Başka bir mezar taşını okumak için biraz daha ileri tuttu fenerini. Işık tüm gücüyle mezar taşını aydınlattı ve yazanları tekrar okudu demek isterdim ama onun okumasını engelleyen, mezar taşının önünü kaplayan, bir sepet vardı. Adımlarını oraya doğru hızlandırırken ince bir ağlama sesi duyuldu; bir bebek sesi...

Ses ile daha da hızlandı ve sepette ağaçların köklerinin toprağı sıkıca sarması gibi mavi bir battaniyeye sarınmış küçük bebeğe baktı. Taş çatlasa iki aylık olan bir bebeği hangi cani ölülerin arasına atıp kaçabilirdi?

O yaşamdı, yeri mezarlık olamazdı.

Bekçi ciğerleri çıkacakmış gibi hıçkırıklarının arasında kaybolmuş bebeği yavaşça kucağına aldı.

Eksi Sonsuz ♤ TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin