Bu bölümü MuddyWater5 'e ithaf ediyorum.
O gece parka gitmedim, dışarıda deli gibi bir yağmur yağıyordu. Yarın önemli bir testim vardı ama canım hiç ders çalışmak istemiyordu. Onun yerine camı açıp soğuğu hissederek yağmuru izledim. Aslında yağmuru pek sevmezdim. Yağmurlu günlerde içime bir sıkıntı çöker, bir daha asla o sıkıntıdan kurtulamayacak gibi hissederdim. Sebebi çoğunlukla yağmur yağdığında insanların dışarı çıkmaması ve terk edilmiş hissetmemdi.
Asla kimsenin olmadığı bir dünyada yaşamak istemezdim. İnsanlar var olduğu sürece benim de umudum vardı. Hayatta en çok korktuğum şey yalnız kalmaktı. Bu tek çocuk olmaktan ve sevdiğim herkesi öyle ya da böyle bir şekilde kaybetmekten kaynaklanıyordu. Önce babam, annem, Jack...
Daniel'ı da kaybetmek istemiyordum. Her ne olursa olsun, onun beni her zaman ve her durumda kabul edeceğini, koruyacağını ve isteyeceğini biliyordum. Bu beni etkiliyordu. Jack de böyleydi ama o benim tüm hayatımı paylaşmıştı. Fakat Daniel hayatımın hiçbir parçasına dahil olmamasına rağmen beni önemsiyordu.
Derin bir nefes aldım ve "Onun gitmesini istemiyorum." diye fısıldadım. Sonra pencereyi kapatıp yatağa girdim. Evin karşısında birinin durduğunu görmüştüm ama umursamayacak kadar yorgundum ve canım sıkılıyordu. Belki o kadının peşime taktığı bir adamıydı. Belki sadece alakasız bir yabancıydı, umrumda değildi. O an için sadece Daniel'ın gitmeden önce bana bakarkenki ifadesini düşünüyordum. Sanırım bunu hayatımın sonuna kadar unutamayacaktım.
Sabah yine gün doğmadan uyandım. Yağmur dinmişti ama havada hala yağmur kokusu vardı. Bu kokuyu çok seviyordum. Islak kaldırımlar, sararmış yapraklar, havadaki soğuk nem ve serin rüzgar o an için hiç olmadığı kadar huzur vericiydi. Caddeler ıssızdı ama bu ilk kez hoşuma gitti. Uzun kabanıma sıkıca sarılarak yavaş adımlarla okula yürüdüm. Canım kahvaltı yapmak istemiyordu, sadece ayrılmak için bir espresso aldım.
Okula vardığımda koridorlar da caddeler gibi ıssızdı ama bu sinirimi bozuyordu. Tarih sınıfının olduğu koridorda sadece temizlik görevlisi ve ben vardık. Kitabımı aldım ve sınıfa gidip ders başlayana kadar yanan gözlerimi kapattım.
Bugün dersler çok sıkıcı geçiyordu. Odaklanmakta zorluk çekiyordum. Ders aralarında dışarıda olmamaya özen gösteriyor, hemen dersin sınıfına gidiyordum. Cherrie bugün gelmemişti. Arayıp sorduğumda hasta olduğunu öğrendim. Bugün çıkışta ona uğrasam iyi olurdu. Hastalanmış olması canımı çok sıkmıştı, yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Bugün evren benden gerçekten nefret ediyordu.
Öğle yemeğine inmedim. O kavgadan beri insanların bu tavırlarına maruz kalmaktansa bir öğün aç kalmak sorun değildi. Sadece biraz kendimi toparlamak istiyordum. Islak olmasına aldırmadan bahçedeki her zaman oturduğum banka oturdum ve telefonumu çıkarıp dört sene önce, noelde çektirdiğimiz fotoğrafa baktım. Bu karede istediğim her şey ve herkes vardı.
Eski evimizin geniş penceresinin yanında, şöminenin önünde duruyorduk. Şöminede parlak bir ateş yanıyordu. Hemen arkamızda babamın bir hafta önceden süslediği yılbaşı ağacı üstündeki süslerle parlıyordu. Pencereden gece mavisi alacakaranlığında yağan kar görünüyordu. Babam hemen şöminenin yanında yere oturmuştu annem onun yanında bir sandalyeye oturmuş, beraber annemin kucağındaki kasede duran patlamış mısırları ipe geçiriyorlardı. Ben ağacın hemen önünde ayaktaydım. Teyzem de yanımda durmuş, kolunu omzuma atmıştı. Kucağımda o geceden üç gün sonra araba çarptığı için ölen kedim Snow White vardı. Fotoğrafı Jack çekiyordu. Her ne kadar o fotoğrafta bulunmasa da, onun da üstünde dördümüzdekinin aynısı kırmızı-yeşil, noel temalı boğazlı kazak olduğunu çok iyi hatırlıyordum, bu aile geleneğimizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
25. kare
Fiksi UmumArkana bak. İzleniyor olabilirsin. Deborah Riley Hailstone sıradan bir kızdır. Ama her sıradışı hikayenin sıradan bir başlangıcı vardır. Deborah içinse işler içinden çıkılmaz derecede karışıktır. Şimdi kimseye güvenmemesi gerektiğinin farkında. Deb...