Bölüm *2* Siyah Kapşonun Gizemi

73 18 5
                                    


Gözlerimi açtığımda loş ışıklı bir odada, ellerim ve ayaklarım birbirine –ve ayrıca sandalyeye- bağlı bir şekildeydim. Başta ne olduğunu pek anlamasam da çevremi görebildiğim kadar incelemeye başladım. Birden sağ taraftaki kapı açıldı ve içeri üç kişi girdi. Anladığım kadarıyla aralarında konuşuyorlardı.

''Ona ne yapacağız?''

bu bir erkek sesiydi. Karanlıktan çıkmadan karşımda dikildiler.

''Diğerlerine ne yaptıysak onu!''

bunu da ince sesinden anladığım kadarıyla bir kız söylemişti.

''Biraz sessiz olamaz mısınız? Sanki ne yapacağınızı bilmiyormuşsunuz gibi konuşuyorsunuz. Patron ne derse onu yapacağız''

sesinden erkek olduğu anlaşılan çocuk. Çocuğun bu söylediği üzerine kız olan '' Şuna patron diyerek onu şımartma sonra tepemize çıkıyor.'' İki erkek ve bir kız ve onların 'PATRON' olarak isimlendirdiği kişi ne yapabilirdi? Ya gerçekten hayal dünyalarında yaşıyorlardı, ya da yaşadığım an herhangi bir WATTPAD kitabından alıntıydı.


Düşüncelerime sırıtarak göz devirdim. Gene iç sesimle ben konuşuyorduk. En solda duran çocuk sırıttığımı görünce bana yaklaştı ve ''Neye sırıtıyorsun sen öyle? Ayı mı oynuyor?'' dedi ve sol çaprazındaki çocuğun iğrenç kahkahalarına şahit olduk. Gülen çocuğun yanında bir hareketlenme oldu ve ışıklar açıldı. Muhtemelen aralarındaki kız yapmıştı.


Artık onların yüzünü görebiliyordum. Onların benim sırıtışımı gördükleri düşünülürse beni görebildikleri kesindi. İşte şimdi şartlar eşitti. Kumral çocuk gerilen yüz hatlarıyla bana gelmekten vazgeçip, hızlıca arkasını dönerek sarışın olan kıza

''Sen delirdin mi Gökçe, Arda bu kızın bizi gördüğünü öğrenirse kim bilir ne yapar?''

Gökçe kaşlarını çatarak,

''Sen harbi salaksın, hem bizi görmemesinden bahsediyorsun hem de adlarımızı söylüyorsun! Sen ne ayaksın?''

kız gayet de haklıydı.

''Benimle düzgün konuş Gökçe yoksa olacaklardan sorumlu olmam!''

Gökçe bunları duyar duymaz önündeki çocuğu itti ve

''Ne yaparsın? Sen zaten bana olanlardan bir yıl önce sorumlu olmayı bıraktın! Artık ne çıkarsa bahtına Tuna Bey!''

ikisi didişirken onları izlemesi köşede duran çocuğa ve bana kalmıştı. Köşedeki çocuk –artık ona böyle demekten sıkıldım- ikisinin arasına girerek

'' Artık yeter bu didişmeleriniz, Arda gelmeden bu tartışma konusunu kapatın.''

Aralarındaki muhabbet beni ilgilendirmediğinden ve de kendi konuma dönmek istediğimden

''Bana her ne yapacaksanız elinizi çabuk tutun. Yeni okuluma ilk dersime geç kalarak başlamak istemem''

diyerek tüm dikkatleri üzerime çekmiştim. Sonra üçü birbirine bakarak kahkaha koptu. Kahkaha atmayı bırakan Tuna bir adım öne çıktı ve çenemi sertçe tutarak sıktı. Tam eğilip bir şey söyleyecekken kapı tekrar açıldı ve içeri siyah kapşonlu bir çocuk girdi. Kapıyı kapatıp kapıya yaslandı ve bize bakarken yutkundu. O an bir şey oldu. Bu çocuk benim mezarlıkta gördüğüm çocuğun kapşonunu giyiyordu. NE!

Bu çocuğun o çocuk olduğunu anlamak için gözlerim ellerine kaydı. Ama elinde herhangi bir şey-kan-yoktu. Tekrar yüzüne kaydı gözlerim. Muhtemelen bu çocuk o çocuk değildi. Çünkü sokakta gördüğüm çocuk serseri tipliydi ve ayrıca kimse kimseyi yere atacak kadar kaba olamazdı diye düşündüm. Hem bu çocuğun bu okulda okuduğu giydiği formadan belliydi. Aynı kapşonu giyiyor olabilirlerdi değil mi? Kendimi avutmak için ürettiğim düşünceler Tuna'nın konuşmasıyla son buldu.

''Nerde kaldın abi? İşimiz bir saat önce bitecekti. Hem şu saf kıza yapabileceklerimizi göstermek için sabırsızlanıyorum''

dedi. Arda kafasını bana çevirdi ve kaşlarını çattı. Bir şey söylüyormuşcasına bana baktı ama bir şey söylemedi. Tuna'ya dönüp

''Her zamanki işler.''

dedi benden gözlerini kaçırarak. Sonra hepimizin gözü önünde yanıma yaklaşarak ellerimle ayaklarımı sırasıyla çözmeye başladı. Bizi izleyen Tuna'nın kaşları çatılırken Gökçe

''Arda Bey bugün ters tarafından kalkmış galiba, yapacaklarımızı da unutmuş!''

Arda Gökçe'yi hiç takmadan ''Bekir gel buraya şu kızı götür!'' Bekir beni aldı ve odadan çıkardı. Koridora çıkarken odadan gelen bağırış seslerini duydum. Gökçe ve Tuna, Arda'nın beni neden odadan çıkardığına kızıyordu sanki. Gerçi ben de çok anlamamıştım. Önemli olan kurtulmaktı. Üzerinde fazla durmamalıydım.

Sınıfların bulunduğu kata girdiğimizde Bekir,

''Seni neden bıraktığımızı bilmiyorum ama karşımıza çıkarsan bir daha bu kadar şanslı olmayabilirsin. Bence şimdi sınıfına git ve bir daha yakınımızdan geçme.''

diyerek merdivenden yukarı çıktı. Muhtemelen Ardaların yanına geri dönüyordu. Bu insanlar ne kadar da garipti böyle. Sanki karşımda mafya vardı! Hayat gerçekten ilginç insanlarla doluydu. Bugün yaşadığım anormal şeylere karşı tepkilerim benim de anormal olduğumu gösteriyordu. O odadan çıkmam belki de şanslıyım demekti. Bana kötü şeyler yapabilirlerdi. Bu kötü şeyleri -her neyse- düşündükçe aklım başıma geliyordu. Halime şükretmeliydim galiba(!) Düşüncelerimden sıyrılıp insan kalabalığının içine girdim anlaşılan ders başlamamıştı.


Bu okul hep kalabalıktı anlaşılan. Hızlı adımlarla sınıfımı buldum ve kapıdan içeriye girdim. Gördüğüm manzara dudak uçuklatıcıydı. Sınıf sınıf değil pazar alanıydı. Lafın gelişi değil gerçekten öyle. Siyah saçlı bir çocuk üzerindeki t-şörtü çıkartıp, elinde sağa sola savurarak ''Beş lira! Beş lira!'' diye bağırıyordu.


Sınıfta uçak uçuranlar, sıraların üstünde sohbet edenler, dövüşenler... Tam bir kargaşa alanıydı. Acaba yanlış sınıfa mı geldim diye düşündüm ve sınıf adına bakmak için kapıya yöneldim. Adımımı attığım anda sert bir cisimle çarpıştım. Kafamı kaldırdığım zaman saçları dalgalı ve siyah olan, benden boyca uzun ve yapılı bir çocukla karşılaştım. Çocuk beni görür görmez

''Offf şu yeni yetmeler hem trafik yapıyor, hem de önüne bakmıyorlar.''

deyip gözlerini devirdi. Ben de hemen önünden çekildim. Arkadan bir çocuk

''Can, abi cipsler nerede? Elin boş dönme demedim mi ben?''

dedi. Benim hitabımla kaba çocuk yani Can,

''Sus ulan daha filmi bile ayarlamamışsınız. Hem hoca gelir birazdan.''

dedi. Tek kelimeyle 'AYI' diyebileceğim tek insandı. Öğretim hayatım boyunca hiç böyle kaba bir insan görmedim. Sinirden ellerim titrerken dışarı çıktım ve sınıf adını görmemle sinirim yatıştı. Tabelada '12A' yazıyordu.

En azında doğru sınıftaydım. Sınıfa tekrar girdim ve çantamı koymak için boş bir sıra aradım ama sınıftaki kalabalıktan dolayı neresinin boş, neresinin dolu olduğu anlaşılmıyordu. Koluma bir şeyin dokunduğunu hissettim ve arkamı döndüm. Gördüğüm kişi kaşlarımın çatılmasına neden olurken

''Özür dilerim''

dedi yavaşça. Bu Eylül'dü.

''Ne için?''

deyip sertçe kolumu elinden çektim. Yüzüne baktığımda gözlerinin yavaş yavaş dolmaya başladığını gördüm. Derin bir iç çekip söze girdim,

''Söyleyecek başka bir şeyin var mı? Mesela beni neden oraya götürdün? Oradaki insanları tanıyor musun? Ayrıca bana başka kötülük yapacak mısın? Söylersen ona göre gardımı alırım. İnan bana sorduğum bu soruların cevabını vermen kuru özürden daha çok işime yarar.''.

Gözlerinden gözyaşları çoktan akmaya başlamıştı. Ağlamasını gizlemek istercesine kafasını yana yatırdı ve beklenmedik bir şekilde kollarını boynuma doladı. Bu hareketi beni oldukça şaşırtmıştı.

''Ders başlayacak teneffüste konuşsak daha iyi olur.'' dememle kollarını boynumdan çekti ve gözlerini elleriyle silerek yerine yerleşti. Sınıftaki insanlar da yavaş yavaş yerlerine oturmaya başlamıştı.

AŞEKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin