Bölüm *5* Mektup

55 16 2
                                    



Sabah uyandığımda kurumuş gözyaşlarımı ve morarmış kolumu umursamadan banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp, kahverengi omuzlarıma gelen saçlarımı tarayıp annemin örgüsünden yaptım. Aynadaki görüntüm gerçekten yıpranmış görünüyordu.

Gözaltlarımdaki morlukları kapatmak için hafif bir makyaj yapmıştım. Benden beklenmeyecek bir şeydi bu! Babam bu halimi görse kim bilir neler derdi! Onları çok özledim!

Üzerime okul formamı giydim. Kolum çok fazla acıyordu. Ayı! Ayrıca acısından çok dışarıdaki herhangi bir insan kolumun bu halini görse bunu yapanı çocuk istismarından tutuklamak ister.

Tamam, biraz abartmış ve hatta saçmalamış olabilirim. Askılıktan koluma okul formamın renginde bir eşarp bulup sardım. Mutfağa indim. Ekmek sepetinden ekmek alıp üzerine reçel sürdüm. Çaydanlığı çıkarıp çay suyu ısıttım.

Beş dakika sonra suyu aldım ve içine dolaptan çıkardığım bir bitki çayını bardağa koyarak sıcak suyu üzerine döktüm. Reçelli ekmeğimi yerken çayımda yudumladım. Çayım ve ekmeğim bittikten sonra portmantoya gittim. Ayakkabılıktan ayakkabılarımı alıp giydim.

Havalar bu aralar sıcak olduğundan üzerime bir şey almayacaktım. Kapının yanından çantamı alıp dışarı çıktım. Vedat Abi daha uyanmamıştı.

Tabii uyanmayacaktı! Sabahın köründe işi ne? Bende de bir aptallık vardı yani! Kulağıma ulaklığımı takıp müzik dinlemeye başladım. Güne Kalben'le başlamak her zaman iyidir. Okula giderken bugün etrafımdaki yerleri de inceleyerek gidiyordum.

Eve yakın bir yerde 'Lavanta' adlı bir kafe vardı. Konsepti adına uyuyordu. Ama ilginç olan şey, Anason Sitesinde oturuyordum. Site çıkışında yine bir çiçek isminde kafe vardı ve çıkıştaki sokaklar-ilerledikçe-çiçek adlarıyla kaplıydı. Biraz daha ilerleyince Hayri Market ve Zeha Çay Bahçesi vardı. Mezarlıkların çaprazında da Karahanlılar Özel koleji vardı. İleride otobüs durağı vardı. Biraz daha ilerledikten sonra 'Serkantlar Mezarlığı'na geldim. Mezarlığın ötesinde bir koru vardı. Zaten ağaçlardan ilerisi görülmüyordu.

Hızlı adımlarla mezarlığı geçtim. Saçlarım rüzgardan yüzüme geliyordu. Örgüm çoktan bozulmuştu. Rüzgar o kadar hızlı esiyordu ki önümü hiç görememeye başladım. Maalesef bu iğrenç yerde durmak zorunda kaldım. Saçlarımı yüzümden çekip, bozulmuş örgümü açtım ve saçımı atkuyruğu yaptım. Rüzgar dinmeye başlamıştı.

Adımlarımı daha da hızlandırdım. Sonra ilerde duran siyah bir şey gördüm. Bu bir kapşondu. Dalda öylece sallanıyordu. Sonra rüzgarın etkisiyle kapşon yere düştü. Neden yaptım bilmiyorum ama kapşonu elime aldım ve incelemeye başladım. Bu dünkü çocuğun giydiği kapşondu. Aslın da Arda da bunu giymişti. Kapşon tertemizdi, hiçbir yerinde kan lekesi yoktu. Sonra kapşonu burnumagetirdim. Hafifçe kokusunu içime çektim. Tanımadığım bir kokuydu bu. Deniz kokuyordu ve duş jeli. Ne yaptığımın sonra farkına vardım. Hemen kapşonu yere attım. Cebimden telefonumu çıkardım. Dersin başlamasına on dakika kalmıştı. Kapşonu öylece ortada bırakıp koşmaya başladım. Koştum ve koştum. Okula gelene kadar koştum...

Okula geldiğimde bahçe her zamanki gibi kalabalıktı. Okul kapısından içeri girdiğimde merdivenlerden yukarı çıkarak sınıfa girdim. Sınıfta herkes yerine geçmiş sohbet ediyordu. Zeynep'in yanına oturdum.

''Günaydın! Erkenci değilsin galiba. Ders birazdan başlar.''

Diyen Zeynep'e ''Sana da günaydın.'' dedim ve arkama dönerek çantamdan derse uygun kitap ve defterlerimi çıkardım. Sonra gözlerimi Eylül'ün yerine değdi gözlerim. Boştu. Acaba bu kız nerelerdeydi? En iyisi boş vermekti.

AŞEKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin