Yüzümü kaplayan soğuk su mimiklerimi donduracak kadar kuvvetli değildi. Soğuk his boynumdan kayıp bedenimin diğer noktalarına uzandı. Her yerim ıslanana kadar başımı fayans yüzeye dayayıp bekledim. Bir gün önce bu kabinin içinde Tuana'nın acı çığlıklarla ağlaması gözümün önünden gitmiyordu. Hala buradaydı ve taş duvarlar arasında sesler yankılanmaya devam ediyordu.
''Yeter!'' diye bağırdım. ''Kesin sesinizi!'' Başımı, sanki arkamda biri varmış gibi geriye çevirdim. Boynumdaki ipe bağlı olan düdüğü çıkarıp lavabonun kenarına bırakmıştım. Bir an önce vücudumu kenardaki kalıp sabunla köpüklemeliydim. Ardından saçımı yıkayıp buradan çıkmalıydım. Deprem her an olabilirdi, değil mi? Belki de yanlışlıkla su sıcak ayara geçer tenimi kavururdu. Ya da ısıtıcıdan doğalgaz sızıp beni zehirlerdi.
Aceleyle yıkanıp banyodan çıktım.
Tenimden akan suları bedenime ufak gelen havluyla hemencecik sardım. Kapıyı kilitleme olanağım olmadığından içeriye her an birisinin dalma olasılığı vardı. Bu yüzden hareketlerime hız kazandırmalıydım.
Gri pijamalarım kirli oluduğu için çantamı karıştırdım. İçinden mor bir tişört ve siyah bir pijama altı çıkardım. Hızlıca havludan kurtulup iç çamaşırlarımı ve kıyafetlerimi sırasıyla giydim. Baş havlusunu saçıma sarmayı unuttuğumu tişörtümün sırtında hissettiğim ıslaklıkla fark etmiştim. Bir şeyleri unutmak kötü bir histi. Eksik hissediyordum.
Saçlarım kıvırcık ve uzun olduğundan ancak parmaklarımı aralarına geçirerek üstün körü oluşan çıtırı açmayı denedim. Artık intihara meyil etmeyeceğimi ilaçlarla kontrol altına aldıklarını sandıklarından, hemşire saç kurutma makinesini kullanabileceğimi söylemişti. Cidden ama. Kabloyla kendimi boğmak, istediğim türden bir ölüm şekli değildi. Canımı acıtacak yöntemlere kapalıydım.
Saçlarımı kuruttuktan sonra salık bırakıp odamdan çıktım. Boynuma düdüğü tekrar asmıştım.
Bugün beni neyin karşılayacağını bilmiyordum. Kahvaltı için yemekhaneye indim. Fatih ve Batu ortalıkta görünmüyordu. Kendi yemeğimi alıp boş bir yere geçtim.
Yemeğimi yerken kimseyle konuşmadım. Sadece tabağa odaklanmayı denedim. Bugün haşlanmış yumurta, birkaç tane zeytin, vişne reçeli ve şeftali suyu vardı. Karnım aç olduğundan yemeğe gömüldüm.
Yemeğimi yedikten sonra ilaç sırasına girip kendi payıma düşen ilaçları yuttum. Bu sefer üç tanesini dilimin altına sıkıştırmaya çalışırken yanlışlıkla hepsini yutmuştum. Derin bir nefes alıp sinirimi bastırmaya çalıştım ve dilimin üstünü hemşireye gösterdim.
Koridorda ilerlerken gözüme ortak salon takıldı. İçeriye girdiğimde fıstık yeşili duvarlar beni karşıladı. İçerisi oldukça genişti ve güneş ışığını direkt alıyordu. İleride televizyon köşesi vardı ve büyük çoğunluk orada vakit geçiriyordu. Diğer köşede pencereye yakın bir yerde çiçeklerle dolu bir masa vardı. Birkaç kişi etrafında durup çiçekleri sevip onları suluyordu. Bir çeşit meditasyona benziyordu. Diğer köşede büyük puflar duruyordu. Üstünde bir tane kız oturup kitabını okuyordu. Fakat kitap ters duruyordu. Gidip düzeltmeyi önerecektim ama sonra vazgeçip televizyon köşesine doğru ilerledim. Kendime bir tekli koltuk bulduğumda vakit kaybetmeden oturdum.
Kumandayı tutan benden birkaç yaş büyük bir çocuktu. Çenesinin altında biriken bir sivilce ordusu vardı. Esmer olduğundan dolayı, koyu kahverengi gözleri bana oyun oynayarak siyaha bürünüyordu.
''Kanalı değiştirir misin?'' diye sordum. Ekranda açık olan şey küçük çocuklar için hazırlanmış animasyon bir çizgi filmdi. Çizgi filmleri seviyordum ama belki bir haber kanalı seyretsem Van'da bir gelişme olup olmadığını öğrenebilirdim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLGÜN
General Fiction''Her şeyimi kaybettim.'' Sesim o kadar durgun çıkmıştı ki ölü bir beden dile gelse benden daha canlı hissederdi. ''Tek başıma kaldım.'' ''Na-nasıl?'' Batu burnunu çekerken titreyen sesiyle beni böldü. ''Bu kadar.'' dedim sert bir şekilde. ''Hayat...