18. Bölüm

260 10 3
                                    

Ölgün'de okuyup okuyabileceğiniz en romantik bölüm oldu sanırım. Romantizmi hissettirmek konusunda müthiş başarısızım, o yüzden içime sinmedi gibi. Hikayede Ömer'in manik dönemi nüksettiğinden karanlık atmosfer oluşturmaya alışkın olan ben, zora düşüyor haliyle. Yine de benim için çok yeni ve güzel bu kısım. Bu bölümde Batu ve diğer şeylerle ilgili bir kabullenme evresindeydi Seher. Geçiş gibi düşünebiliriz. Olaylıydı haliyle ve umutluydu biraz. Hayatında umutsuzluğa düşmüş bir yazarın umudu yazması inanın çok zor. 

Okuduysanız lütfen beğenin ve eleştirilerinizi yoruma dizin... Sadece istemiyorum, ihtiyacım var. Tercih ve diğer şeyler yüzünden olduğundan biraz daha geciktim. Aslında yarısını paylaşmam gerekiyor çünkü uzun bölümleri okuması yorucudur. Bölmek istemedim. Üç kere falan baştan okumuşumdur ve her seferinde oynayıp durdum bir yerlerle. Hatalar olmuşsa affedin beni. İyi okumalar diliyorum... 

&


Sözcüğün tam anlamıyla berbat bir şekilde uyandım.

Kuru damağımda ekşi olmanın yanı sıra iğrenç bir tat hakimdi. Gözlerimi araladığımda tül perdenin desenlerinin üstünden koluma vuran güneş ışığını irkilerek süzdüm. Kolumu yüzümün üstüne kapayıp sinirle inledim. Başıma saplanan korkunç ağrı hiçbir şeyi kolaylaştırmıyordu. Kendime ''Kalk artık'' emrini vermeme rağmen başarısız oldum. En sonunda pes edip beni saran sıcak battaniyeyi bacaklarımla tekmeledim. Karnımda büyük bir kramp vardı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Yer yatağından uzaklaşıp sabah güneşiyle aydınlanan odaya göz attım. Yerler çıplaktı ve terli ayaklarımla hızlıca odayı arşınladım. Merdiveni ikişer adımlarla atlarken amacımın ne olduğunu bilmiyordum. Yön duygumu kaybetmiş gibi görünsem bile koridordan mutfağın olduğu kısma ulaşmam gerektiğini düşünüyordum.

''Günaydın!'' Ömer elindeki tavayı ocağın üstünde ileri geri sallıyordu. Üstündeki önlüğün içinde bana kocaman bir gülümsemeyle baktı. Büyük tezgahın kenarında ise sandalyeye oturmuş kitap okuyan bir Batu vardı. Ben içeri girdiğimde kitabının arasına tezgahın üstünde gezinen Freud'u oturtup bana döndü. ''İyi misin?''

Onların sevimli günaydınlarını kabaca yok saydım. ''Tuvalet nerede?'' 

Beynimdeki sirenlerin neden böylesine çığlık attığını artık anlıyordum. Mesanem patlamak üzereydi.

''Hemen yan taraftaki kapı,'' Ömer gülerek bunları söylerken onu görmezden geldim. Mutfaktan gerisin geri koşarak çıkıp kendimi tuvalete attım. Beni uykumdan eden klozeti gördüğümde ayılacak gibi oldum.

Dakikalar dakikaları kovalarken ben artık ''Yeter!'' kıvamına gelmiştim. Dün gece Batu'nun yanında yatağı ıslatmamış olmam bile başlı başına şanstı. Bir daha içki içmeyecektim. Bir daha su dahi içmeyecektim. Ellerimi yıkadıktan sonra yüzüme bir dakika boyunca su çarptım. Başımı kaldırıp aynaya bakarken musluğu kapatıyordum. Aynadan bana ulaşan şey bir hiçlikti. İyi görünmediğimi biliyordum. Yine de mavi havluyla ellerimi ve yüzümü kuruladıktan sonra parmaklarımı saçıma geçirdim. Dağınık tutamları bir araya toplayıp tokasız bir şekilde topuz yapmaya çalıştım. Mavi gözlerimi aynadaki görüntümden alıp gözlerimin içine baktım.

Çok tuhaftı. Kendimi dışarıdan görmek bana hep çok tuhaf gelmişti. Beynimden neler olup bittiğini dış görünüşüm öyle güzel kamufle ediyordu ki ölü mimiklerim bu konuda bana fazlasıyla yardımcı oluyordu. Koyu eflatun rengine çalan göz altlarım iç açıcı görünmüyordu. Ben bile görüntüme beş saniyeden fazla katlanamazken, Batu veya diğerleri bana nasıl bakabiliyordu? Batu gözlerimin içine bakıp bana nasıl gülümseyebiliyordu? Tamam, her şey dış görünüşten ibaret değildi ama benim içimin de o derece güzel olduğunu düşünmüyordum. Her şeyden önce bencildim. İnsanları kırmak benim için çoğu zaman sorun teşkil etmezdi. Kısaca Batu bende ne bulmuştu, Ömer'in yanımda ne işi vardı, Tuana neden bana sıcak davranıyordu, Fatih neden benimle konuşmaya tahammül ediyordu? 

ÖLGÜNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin