Uzun süre sonra yorgun bir merhaba... Arayı kapatmaya hevesli olacak kadar uzun bir bölüm oldu. Umarım okurken sıkılmazsınız. Çünkü yazım hatalarını gözden geçirirken yoruldum. Siz de ara vererek okursanız sevimli bir hareket olabilir. Ama size kalmış elbette. Yine çok konuştum.
Yorumlarınızı (Daha çok eleştirilerinizi) bekliyorum. Oy verin, ses çıkarın, lütfen bir şeyler yapın. Gülücük.
Buraya son haftalarda dinlediğim Türkçe şarkılardan bir playlist bırakmak istiyorum. Teoman'dan O isimli parça ve Athena'dan An.
Son olarak, söylemeyi özlediğim bir biçimde İYİ OKUMALAR!!!
-
''Tamam, pekala, pekala, pekala.'' Batu süratla nefes alıp veriyorken nasıl sakin kalabilirdim? ''Bu noktadan sonra vazgeçemezsin, anladın mı? Şimdi. Sakin ol.''
''Asıl sen sakin ol.'' diyerek kaşlarımı çattım. Ona kötü davranmak için uygun bir vakit değildi. Hava kararmıştı ve biz buradan kaçıyorduk. Batu endişeliydi ve ben korkuyordum. 'Yakalanma' korkusundan ziyade, 'ilk kez kural dışı bir şeyi yapmayı kendi isteğimle gerçekleştirmem kötü sonuçlanırsa' korkusuydu.
Plan aynıydı. Geçen sefer Tuana'yı hastahanede ziyarete gidişimizin ürkütücü bir tekrarı gibi, havanın kararmasını bekledik. Aynı yolu izledik ve şimdi, kulübesinde derin bir uyku çeken bekçiyle aramızda elli metre vardı. Büyük binanın duvarlarının arasındaki küçük girintiye Batu ile sığınmıştık.
''Bundan emin misin?'' Gittikçe soğuyan havada asılı kalan nefesinin buharına gözlerim bir müddet takıldı.
''Sadece kaçalım.''
Bu her şeyi berbat etmiş gibi omuzlarını düşürdü.
''İstemiyor musun?'' diye üsteledim.
Düşen omuzlarını dikleştirmeye çalışınca gülmek istedim fakat gülmeye vakit yoktu.
Soğuktan kuruyan dudaklarını diliyle ıslatıp ''İlk kez Ömer olmadan buradan bu kadar çok uzaklaşacağım.'' dedi. Vereceğim yanıtı beklemeden kafasını girintiden çıkarınca bekçiye baktığını düşündüm. Ömer'e duyduğu güvenin ondan birini bana duymuyordu ve bu normaldi. Ben de kendime güvenmiyordum.
''Hadi,'' diye söylendim ve beceriksizce bir adım attım. Gelen şevkle birlikte soğuktan buz tutan ellerimizi birbirine bağladım.
Yan yana yürüyen bedenlerimiz koşmaya başlayınca bekçi kulübesine varmıştık. Bir şeyleri kontrol bile etmeden sadece büyük kapıyı gıcırdatarak açtım. Bu sırada Batu'dan ellerim ayrılmıştı. Dışarı ilk adımımı atışımla etrafı aydınlatan hastahane ışıklarıyla buluştum. Soğuktan donan vücudumu saran montuma iyice saklanıp arkamı döndüm. Kasılan çenelerimizden takırtı sesleri yükseliyordu. Kapıyı kapadı ve birkaç adımda bana ulaştı.
''Üşüyorum.'' diye sayıklıyordum. ''Üşüyorum, çok soğuk! Allah'ım!''
''Bak, vazgeçeceğim ama.'' Yüzünde oluşan tebessüm, eksilerde hissettiğim hava yüzünden büzüşen dudaklarıyla çarpıldı.
Sabahki yağmurdan sonra nemlenen çimenlerin üstünde kaymamaya çalışarak Batu'yu takip ettim. Ona yetiştiğimde ellerime tutundu ve böylelikle ellerimiz ısınmaya devam etti.
Hastahanenin etrafında dolaşıp ana caddeye açılan giriş kapısından yürüyerek çıktık. Zaten ya hasta gibi görünüyorduk ya da üzüntüden bakımsız kalan hasta yakınlarına benziyorduk. Dikkat çekmemeyi başarmıştık.
''Nereye gideceğiz?'' diye sordum. Sorulması gereken ilk soruyu günün sonuna saklamam büyük bir aptallıktı. Çünkü Batu ile sabahki sarılma rutinimiz uyuya kalmamız ile sonlanmıştı. En son kendimi akşam yemeği ertesi verilen ilaçları kusarken bulmuştum. Sadece kaçmayı hedeflemiştik. Ayrıntıları konuşmamıştık.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLGÜN
General Fiction''Her şeyimi kaybettim.'' Sesim o kadar durgun çıkmıştı ki ölü bir beden dile gelse benden daha canlı hissederdi. ''Tek başıma kaldım.'' ''Na-nasıl?'' Batu burnunu çekerken titreyen sesiyle beni böldü. ''Bu kadar.'' dedim sert bir şekilde. ''Hayat...