Bu hikayeyi çok sevgili kızkardeşime ithaf ediyorum.. ❤️❤️1838 yılının Mayıs ayında Kuzey Yarımküre'nin ekserisinde bahar mevsimi tüm güzelliğiyle hükmünü sürerken Moskova henüz zemheriden kalma günlerini yaşıyordu. Ağaç gölgelerinde hala çözülmemiş olan kar birikintileri ve havayı zehir eden kömür kokusu bir yana gün batımında insanın içine işleyen ayaz hep kışa delaletti.
Pazar yeri dağıldığında geriye yerlere saçılmış çürük sebzeler ve pörsük yeşillikler kalırdı ki sabah erken de gelmiş olsanız bu buz diyarında daha iyisini bulamazdınız. Hiç ısınmayan toprakta güneş görmeden yetişmeye çalışan zavallı yiyeceklerin iyi olanları mücevher değerindeydi ve zengin mutfaklarının hizmetkarları tarafından önceden seçildikleri için halk pazarına düşme ihtimalleri yoktu.
Öyleyse pazara erken gelmenin avantajları sadece yiyeceğiniz şeyleri tezgahta düzgün dizili ve üstüne basılmamış olarak, bir de para vererek alabilmenizdi. Şimdi siz para vermenin nesi avantaj diye soracaksınız değil mi? Diğer seçeneğin ne olduğunu düşünmemişsinizdir belki. Gözünüze kestirdiğiniz nispeten iyi bir parçayı alabilmek için dayak atmaya ya da dayak yemeye hazır olmalıydınız, vahşi sokak kuralları bunu gerektirirdi. Başka bir yöntem de ulaşabildiğiniz mesafedeki birkaç parça şeyi kapıp sığınağınıza kadar arkanıza bile bakmadan koşmaktı, tabii sığınacak güvenli bir yeriniz varsa..
Kömürcü genellikle ikincisini tercih ederdi çünkü bu çelimsiz görünen ama epey uzun bacaklara sahip çocuk sağlam bir koşucuydu. Engelleri zaman kaybetmeden aşabilir, duvarlara tırmanabilirdi. Ha, elinde bıçağı varsa iyi bir dövüşçüydü de.. Ama bıçak bir elini kullanmasını gerektirirdi ve kalan elinde sebzelere pek fazla yer kalmayacağını düşünebiliriz.. Gerçi sahip olduğu en değerli eşyası olan kendisinin üç katı ebadında bir adam için dikilmiş ve yırtıklarını onardıkça başka yerlerinden parçalanan paltonun geniş cepleri soğuk mevsimde epey iş görürdü. Zaten bu memleketin sıcak mevsimi iki ay falandı işte.. Ama yine de dövüşmektense kaçmak avantajlıydı.. Belki de Kömürcü şiddet yanlısı biri sayılmazdı.
Birkaç aydır pazaryerinin kuzeyindeki eski mahallede, virandan da viran bir barakada kalıyorlardı ara sıra yanında görünen Ufaklık'la beraber.. Kimse adını bilmezdi, herkes ondan Kömürcü diye bahsederdi çünkü gün doğarken kalkıp varsıl evlerin kapılarına dökülen küllerin içinden yanmamış kömürleri ayıklayıp Ufaklık'ı ısıtabilmek için barınağına götürmek onun işiydi. Yüzü de bu lakabının nişanesi olarak ise bulanmış vaziyetteydi her daim. Sık sık mahalle değiştirirlerdi dikkat çekmemek, gözlerden uzak kalmak için.. Çünkü ikisi her türlü korunmadan ve destekten yoksundular. Çetelere katılmaz, liderlerin boyunduruğuna girmezlerdi. Başına buyruk oldukları için de kalabalıkların karşısında tek başlarına kalırlardı hep.. Bir de peşlerine takılan adamlar vardı ki onlar en tehlikelisiydi. Rus Ordusunun ajanları onları gözaltında tutuyordu hala. Sanki onlara verebilecek birşeyleri varmış gibi..
Bu yüzdendir ki kimsenin dikkatini çekip sinirine dokunmamak için parmak ucunda hareket etmeye çalışırdı Kömürcü. Alabileceğinden azını alır, her mücadeleye girmezdi. Ufaklık zaten pek dışarı çıkmazdı. Bir şekilde saldırıya uğramadan yaşamaya çalışırlardı. Mahallenin belalılarından birinin dikkatini çektikleri anda da yer değiştirirlerdi. Böyleydi işte Kömürcü ve Ufaklık'ın hayatı. Hayatta kalmak için verdikleri mücadele zayıf omuzlarının kaldırabileceğinin çok üstündeydi.
![](https://img.wattpad.com/cover/141579307-288-k624620.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARDELEN VE HERCAİ
Historical FictionTARİHİ KURGU 3 Moskova'nın soğuk ve tehlikeli sokaklarında babasının bıraktığı ayak izlerini bulup takip etmek kardeşlerini arayan Lord Anthony Miller için zor olacaktı ama kızkardeşi Alexandra'ya verdiği söz onu Londra'ya geri dönmekten alıkoyuyor...