‡8‡

254 22 20
                                    


" Nasıl ya? Benim neden haberim yok? Cidden sadece bir kaç saat dışarıdaydım, bunca şey ne zaman oldu? "

Evden arandığımda Jackson'ın beni beklendiğini söylemişlerdi fakat eve gelmemle birlikte dünya başıma yıkılmıştı. Sadece iki saat, bunların bu kadar hızlı olması gerçekten şaşırtıcıydı.

Almam gerekenleri aldığımda en hızlı şekilde eve gitmiştim ama beni beklediğini söyleyen Jackson yoktu, telefonlarımı açmadı ve mesajlarıma da cevap vermedi. Evdekiler cevap vermedi, gerçi burnu havada olan kadının bir şey demeyeceğini biliyordum. Mark ise her zaman ki gibi televizyona dalmış ve dinlemiyordu sözlerimi.

" Bambam! Dur bekle, bir şey soracağım. " koridorun başında odasına gitmek için yönelmiş ola çocuğa yetişmiş ve duvara yaslanmıştım. " Jackson en son evdeydi, gördün mü onu? "

Kısa bir süre bana bakmış ve neredeyse bir ay olmasına rağmen alışamadığım şivesiyle anlatmaya başlamıştı. " Bilgisayardan oyun oynuyorduk ve su içmeye diye çıkmıştı odadan sonra uzun süre gelmedi, gelince de eşyalarını alıp bir şey demeden gitti. Mark hyung'da giderken onu izliyordu. "

Omuz silkerek odasına girdikten sonra bedenimde dolaşan sinirin tarifi yoktu. Kesin bir şey demişti kalbini kırmıştı, yoksa gitmezdi Jackson haber vermeden. Hızlıca merdivenleri inerek büyük salona girmiş, televizyon izleyen çocuğun önüne geçmiştim.

" Ne yaptın söyle! Ne dedin de gönderdin Jackson'ı? " Sinirle söyleyip elime aldığım yastığı kafasına atmıştım ama o hızlıca yakalayıp dizlerinin üzerine koymuştu. Gülümseyerek omuz silktiğinde yüzüne yumruk atmamak için zor duruyordum.

" Bir şey yapmadım güzelim, ne yapabilirim ki? Kendisi acil bir işi olduğunu söyleyip gitti. " Ben de buna inandım, yalancı pislik. Yanına yaklaşıp yakalarını tutup gözlerine bakmıştım. Yalan söylediğinde bile normak bir şekilde nasıl bakabilirdi? Tedirginlik ve suçluluk duygusu olmadan.

" Ne oldu? Aşık olmuşsun gibi görünüyor. " Yüzündeki sırıtma büyüdüğünde derin bir nefes verip yakasını bırakmıştım ki geri çekilecekken belimden tutmuştu. Şaşırdığım için neden bunu yaptığını sorgulayamadan içeriye adımlayan Bayan Tuan'ı görmüştüm. İşte şimdi bittim ben, birbirimize bu kadar yakınken ve öpüşecekmiş gibi görünüyorken yakalanırsak benim oğluna yaranmaya çalıştığımı düşünecekti.

" Oh! Üzgünüm çocuklar, sanırım yanlış bir zamanda geldim.  Sonra gelirim ben. " Diyerek gülümsediğinde ve odadan çıktığında geriye tek kalan sarsılan beynimdi.
Hadi ama...neler oluyor? Bu da neydi şimdi böyle?

O sırada çalan telefonumla kendimi toparlamış, karşımda hâlâ beni izleyen salağı iterek uzaklaşmış ve telefondakinin kim olduğuna bakmadan açmıştım.

" Alo... Jinyoung? " duyduğum sesle gözlerim açılmış ve heyecanla devamını beklemiştim. Sesi boğuktu, ağlamış olmalıydı. " Haber veremediğim için üzgünüm. " başımı istemsizce iki yana sallamıştım. Sorun yok, iyi misin demeyi çok istemiştim ama o an bunu yapamadım.

" Neredesin? Yanına geleceğim hadi söyle ve orada bekle beni. " hızlıca dediğimde başta susmuştu. Burnunu çektiğini duyabiliyordum, çok fazla ağlamıştı. " Hayır hayır gerek yok, ben Çin'e gitmek zorunda kaldım. Babam iyi değildi..ve ben burada kalacağım. "

Birden başıma kaynar sular döküldüğünü hissettim. Hangisine üzüleceğimi birden şaşırmıştım. Jackson gitmişti ve bir daha gelmeyecekti, üstelik babası da iyi değildi. Öyle yakın bir yer değildi ki hemen gideyim görüşeyim. En az 24 saat sürerdi belkide uçakla.

Havalimanındayken son kez görüşmek istemiştim ama bunu yapabileceğimide sanmıyordum. " Sorun yok, kendine dikkat et. " demiştim sesim zar zor çıkarken. Gözlerim dolmuştu, lanet olsun.

" Onlara ayrıldığımızı söyle olur mu? " dedi ve birden telefonun kapandığını farkettim. Kulağımdan çekememiştim telefonu. Hiç bir zaman birlikte olamamıştık ki ayrılalım. Sadece öyle biliyorlardı ama sırf bunun için bile yakınlaşmıştık. Mark bize inanmadığını söyleyince dudaklarımdan öpmesini ve kimse olmadığı bir zamanda onu dövdüğüm aklıma gelince gülümsemiştim. İşte o sırada ağzıma tuzlu bir tat geldi.

Telefon kulağımdan çekilene kadar ayakta olduğumu fark etmemiştim. Kim olduğuna baktıktan sonra masaya bırakıp derin bir nefes aldı, oturmam için yardım etti. Ellerimi yüzüme kapatıp gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Bir elin sırtımı desteklediğini hissettim, ses çıkarmadım.

" Sana alışmışken bunu yapamazsın! Benden gidemezsin anladın mı? Lütfen gitme... " Sesli çıkan cümlenin sonu oldukça sessiz ve çaresiz çıkmıştı. Sırtımdaki el omzumu buldu, çekildiğimi hissettim. Başım rahat bir yerdeydi artık.

" Sorun yok, her şey daha iyi olacak. İnan bana çok daha iyi olacak, üzülme lütfen. " Neden böyleydi? Niye her zaman ki gibi benimle dalga geçmiyor, bağırıp kızmıyordu? Neden onu itmiyor ve kollarında huzur buluyordum? Bu soruların cevabını bulamıyordum işte.

" Neden bana bunu yapıyorsun? Neden eskisi gibi davranmıyorsun ve kalbimin hızlı atmasına sebep oluyorsun? Neden ha! " Omzuna yavaşça vurup ağlamaya devam ederken o sadece gülüyordu. Sinirleniyordum, daha çok sinirlendiriyordu.

Yanaklarımda iki el hissedince gözlerimi açtım. Ne yaptığı hakkında hiç bir fikrim yoktu. " İnsan sevdiğine öyle davranmazdı . Çünkü ben seni seviyorum, minik kardeşim. "

Love-impaired // Markjin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin