Pencerenin kenarında, yanan sokak lambalarını seyretmeye dalmıştım. Loş ışıklar her yeri az da olsa aydınlatıyorlardı. Gökyüzüne baktığımda ay neredeyse elimle alabilecek kadar net ve yakın gözüküyordu.Gece, heryer sessiz oluyordu burada. Çocuk sesleri, araba sesleri, kuşların sesleri hepsi yok oluyordu geceleyin. Gökyüzünde tek tük yıldızlar vardı. Parlaklıkları belli değildi.
En çok yıldızları severdim. Köye gittiğimizde dağa çıkar yıldızları seyrederdim. Yıldızları görünce mutlu olurdum. Şimdi ise birkaç tane olan yıldızlarla yetinmeye çalıştım. Şehirde bu kadarı gözüküyordu.
Rüzgarın esmesiyle üşümüştüm. Pencereyi örtüp tülü de çektikten sonra yatağıma oturdum.
Sude gideli bir hafta olmuştu. Bir hafta... Vakit geçmek bilmiyordu. Sanki aylar olmuş gibi geliyordu. Her şeyini geride bırakıp gitmişti. Onu son gördüğüm an arkasına bile bakmadan gidişi gözümün önünden gitmiyordu. İnsan kimi en son nasıl gördüyse o kişiyi, o an ile hatırlarmış.
Ailesini, sevdiklerini, arkadaşlarını ve en önemlisi Berkay ile beni bırakıp gitmişti. Her şeyi geride bırakamıyordun ama. Nereye gitsen de geri de bırakamıyordun.
Uçak gözden kaybolunca zorda olsa havaalanından ayrılmıştık. Berkay kendi arabasıyla bir şey söylemeden gitmişti. Mert ise beni zor da olsa arabaya bindirmeyi başarmıştı.
İlk işim ailesinin yanına gitmek olmuştu. Nereye gittiğini sorduğumda, İstanbul'a teyzesinin yanına gittiğini orda sınavını bitireceğini söylediler. Kendileri de kızlarının bu ani kararına inanamadıklarını da belirttiler.
Bunu duyduğumda yıkılmıştım. Biz birbirimize söz vermiştik. Birlikte okuyup birlikte çalışacağımıza. Hayatımda ki hiçbir söz tutulmuyordu...
Eve geçip telefonla aradığımda da duyduğum o sesle hıçkırarak ağlamaya başladım. 'Bu numara kullanılmamaktadır...'
Numarasını değiştirmişti. Onu da Gülsüm gibi kabettiğime emindim. Hayat böyleydi işte, en sevdiğin en çok güvendiğin insanla seni yarı yolda bırakıp gidiyordu. Onlar seni bırakıp gitse de sen onları bırakamıyordun...
Dolan gözlerim silip banyoya elimi yüzümü yıkamaya gittim. Babannem de defalarca ne olduğunu sorsada sadece Sude'nin İstanbul'a gittiğini söyledim. O da daha fazla üstelemedi zaten.
Mutfağa gidip yemek masasına oturdum. Aç olmasamda babannemin yanında yemeye çalıştım.
"İki gün sonra gidiyorsun."
Doğru, unutmuştum. Birde yatılı vardı. İki gün sonra tatil bitmiş oluyordu.
"Evet," dedim çatalımla uğraşırken.
Buna üzülmüştü. Ona bakıp "Gitmem gerek babanne. Biliyorsun sınavlarda yaklaşıyor çalışmam lazım," dedim.
"Burda da çalışabilirsin."
"Orda öğretmenlerin anlatmasıyla ve arkadaşlarla birlikte çalışmak daha iyi oluyor."
Başıyla onaylayıp, "Sende haklısın kızım," dedi.
Yemeğimi bitirdikten sonra kalkıp odama gittim. Telefonun çalmasıyla telefonu elime aldığımda arayan kişinin Berkay olduğunu gördüğümde şok geçirdim.
Berkay beni aramazdı ki? Derin bir nefes alıp telefonu açtım.
"Reyhan," demesiyle kalbim çıkacak gibi olmuştu.
Bende titrek bir sesle "Efendim?" dedim.
"Yarın müsait misin?" Sorduğu soru ile hiç düşünmeden "E-evet," dedim.
"Yarın seninle konuşmak istiyorum. Öğleden sonra seni almaya gelirim."
Nedenini sormadan "Tamam," dedim ve kapattık. Sabaha kadar meraktan uyuyamazdım şimdi. Acaba ne konuşacaktı ki?
***
Parkta çocukların ve bir kaç kuşun huzur verici seslerinden başka bir ses yoktu. Yarım saatten fazla bir süredir çocukları seyrediyordum. Onların çoşkulu ve heyecanla oynamaları insanın kalbini ferahlatıyordu.
Hep çocuk kalsaydım dedim içimden. Onlar gibi dünyadan, insanlardan, yaşanan olaylardan her şeyden habersiz kalsaydım. Çocuk olmak kadar güzel bir şey var mıydı?
"Çocukları çok seviyorsun sanırım?"
Yüzümü çocuklardan ayırmadan "Evet," dedim. "Onlar dünyada ki en masum insanlar. Küçük şeylerle mutlu olan, hayatın gerçeklerini bilmeyen, çocuklar."
Yüzümü ona çevirdiğimde o da başını sallayıp "Evet, haklısın," dedi.
İkimizde geldiğimizden beri daha yeni konuşuyorduk. Artık konuşmaya başlasa iyi olacaktı. Yoksa ben burda daha fazla durursam kalp krizi geçirecektim. Sırf heyecanlanmamak için ona bakmıyordum geldiğimden beri.
"Sude neden gitti Reyhan?"
Sormuştu kalbimi sızlatan sorusunu. Nereye kadar kaçacaktım bu sorudan? Kaçamazdım. Söylemem lazımdı ama dilim zorlanıyordu, benim yıllarca seni sevdiğimi öğrendiği için bana ihanet ettiğini düşünüp gitti, diyemiyordum.
Ama söyleyecektim. Ben yıllarca her şeyi içimde tutmaktan, söyleyememekten çok yorulmuştum. Artık ne olucaksa olacaktı. Ben sonucu ne olursa olsun katlanmalıydım. Acıya alışmıştım nede olsa.
Dudaklarımı hafif ıslatıp kendimi tam Berkay'a doğru çevirdim. Ona bakarak söyleyemezdim ama belki bu son bakışım olur diye düşünerek son bir kez baktım, beni yakıp kavuran gözlerine. Bu zamana kadar bakışlarımdanda mı anlayamamıştı benim ona nasıl baktığı mı?
Ona bakarak söyleyemeyeceğimden başımı hemen eğdim. Gözlerim yine dolmuştu. Derin bir nefes alıp altı yıldır içimde tuttuğum ona olan sevgiyi söyledim.
"Benim yüzümden gitti... Benim çok yanlış kişiye sevdalanmam yüzünden gitti... Altı yıldır o kişiye olan sevgimi gizlemiştim ama o bir anda her şeyi öğrendi ve gitti. Kalp bu işte... Ne olursa olsun bir anda olmayacak kişiye gönlünü kaptırıyor. Eğer ona söz dinletebilseydin... Olmazdı... Ama oldu. E-en kötüsüde ş-şuan o kişinin karşımda olması..."
Başımı kaldırmadan hemen ayağa kalktım. Ona, son bir kez söylediklerimden sonra yüzünün ne halde olduğunu merak etsemde, bakamadım. Çünkü biliyordum bakarsam oradan ayrılmam çok zor olacaktı.
Arkama bile bakmadan gözyaşlarımı silerek koştum. Hiç koşmadığım kadar hızlı koştum. Tek düşündüğüm şey söylediklerimle Berkay'ın ne hissettiğiydi. Belki de bunu hiç öğrenemeyecektim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benimki Çok FARKLI (tamamlandı)
EspiritualBenim hayatım mı? Anlatılamayacak kadar farklıydı...