Bölüm müziği: Thurisaz- Endless
Onu kaybetmek...
Onun artık olmadığını düşünmek...
Ona artık dokunamayacağını, göremeyeceğini bilmek...
Hayır, ölümdü bu kadın için. Ölümü doğurup her gün onu büyütmekti, bir anne edasıyla.
Çığlığını dizginleyip de mantığını devreye sokmayı başardığında hızla önüne döndü ve kapıyı açtı. Soğuk, elbisenin açıkta bıraktığı tenine pençeleriyle saldırırken o, çıplak ayaklarıyla arabanın etrafından koştu. Ayaklarının altına batan küçük taşlar kırık cam gibi topuklarına batıp kanatıyordu. Kadın hissedemiyordu.
Ateşe koştu. Dev alevlere on metreden fazla yaklaşamadı. Korku ve ağlama krizleri dinmek bilmezken göğü aydınlatan dev yangın ve beraberinde gelen simsiyah dumanla kadın dizlerinin üzerine düştü. Çığlıklarının ve inlemelerinin haddi hesabı olmazken o bunun farkında değildi. Tıpkı kanayan ayakaltları ve derisi soyulmuş bacaklarının farkında olmadığı gibi...
Kafasındaki hızla akan düşünceler ve sesler kadını mahvediyordu. İçinde bir yerlerde birin fısıltıları, kendi çığlıklarını bastırıyordu.
O artık yok. Tek başınasın. O öldü.
Sonra sesleri bastırıp da ayağa kalkmayı başardığında aslında sadece çığlık ve amaçsızca sesler çıkmıyordu dudaklarında.
"Demir..." Evet, konuşabiliyordu ve o bunu göremiyordu. Dağılmış ve yüzüne yapışmış olan saçlarını geriye itip yangının etrafında koşmaya başladı. Yangın saçtığı ışık hariç etraf zifiri karanlıktı ve kadın yarım daireler çizerek attığı turda ondan hiçbir iz bulamadı. Geriye birkaç adım attı ve ağzında tükürükten çok olan kana biraz daha ekleyerek öyle bir çığlık attı ki yolun iki tarafında olan ormanlık alandan bir karga sürüsü havalandı.
Yoktu. O atık yoktu. Ağzındaki kanı tükürdü ve nefes alıp bir umuda hayat vermeye çalıştı. Ölen umudun kalbinin üstüne iki elini koydu ve ağlayarak kalp masajı yaptı.
"Demir!" Bu umuda yapılan ilk masajdı. Ateşin çıtırtıları ve dumanın nefes kesen havasına inat, umudun kalbine bir kez daha yüklendi.
"Demir!" Sadece bu kelime çıkabiliyordu dudaklarından, bir ağlama kriziyle. Hayır, gidemezdi. Geçmişiyle beraber yok olup kadını böyle imtihan edemezdi. Başı önüne düşüp de ellerini umudun kalbinden çekmeden, tüm gücüyle yumruk yaptığı sol elini umudun göğsüne indirdi.
"Ölme! Öldürme!" Hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Kadın ağlayarak yine ateşin önüne, dizlerinin üstüne düştü. Elini çekti ve umudun yere serili cesedine baktı.
"Karagül." Duyduğu sesin bir an zihninden geldiğini sandı ama ikinci defa duyduğunda yolun kenarına, karanlık ormana dönüp hızla ayağa kalktı. Gördüğü karanlık bedenle umudun kalbi yeniden attı. Yaşadı umut; ta ki adam kendi elleriyle öldürene kadar.
Kadın yara bere içindeki ayaklarını hissetmeden koştu. Karanlığa her adımında adamın bir ağaç gövdesine yaslı bedeni biraz daha netleşti. Hıçkırıkları ve yaşları daha da artarken kadın kendini allak bullak hissediyordu. Bedenine varıp da gözleri karanlığa alıştığında küçük çığlığını eliyle azalttı. Adam gözlerini yavaşça araladı. Kadın ölümün kokusunu duydu, kanın kokusunu duyduğu gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN VURUŞ
Teen FictionHisler ulaşılmazdır ; duygular ise, her an insanla bir bütündür... (Mizgin K.) Yok olmaya yüz tutmuştu ruhum. Öldürüyordu beni. Yok ediyordu beni. Yemin etmişti sanki. Çıldırmıştı artık ruhum. Hiçbir şey mantıklı düşünemiyor...