Yaşanan olayın ardından bir hafta geçmişti. Bu süre zarfında cinayet ve intihar olaylarında da ani bir artış gösterilmişti. İnsanlar artık sokağa çıkmaz olmuş, en yakın arkadaşlar bile birbirine eskisi kadar güvenemez olmuştu.
Berbat bir durumdaydık.
Ve ben yine hiç beklemediğim bir zamanda onunla karşılaştım. Fazla yüksek olmayan bir binanın tepesindeydi; bana bakıyordu tepkisizce. Karnını terasın korkuluğuna dayamış, aşağı sarkıyordu. Ağzında ise bir şey vardı, ne olduğunu bu uzaklıktan ne yazık ki seçemiyordum. Omuz silkip görmezden gelmeye çalıştım; yapamadım. Adımlarım, binanın yangın merdivenlerine yönelince o an sadece tırmanmaya başlamıştım. Terasa, binaya girmeden tek bu yolla ulaşabilirdim çünkü.
Geçen birkaç dakikanın ardından binanın terasına ulaşmıştım. Arkası bana dönüktü ve sokağı izliyordu. Ona birkaç adım yaklaştığımda bana dönüp korkuluğa belini yaslamıştı. İyi durmuyordu, düşecek gibi görünüyordu ve bu beni korkutmuştu.
"Yeniden karşılaştık," demişti sessizliği bozarak. Elindeki lolipopu ağzında çeviriyordu. Onunla üçüncü karşılaşışımdı bu. Lolipopun sapını dişleri arasında sabitleyip elini montunun cebine atmış, silahını çıkarmıştı. Her zaman yanında taşıdığını ilk o an anlamıştım, korkum büyüyordu. Ağzındaki şekeri çıkarıp omzunun üzerinden, arkasına, terasın aşağısına atmış; silahın namlusunu dudaklarına bastırmış ve gözlerini kısmıştı.
"Şansını yeniden denemek için mi geldin?" Tüyleri diken diken eden ses tonunu bana sunmuştu. "Teklif hâlâ geçerli." Çatık kaşlarını bozmadan, karşı konulamaz ama aynı zamanda aşağılar bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Üşüyen ellerimi ceplerime sokmuştum çünkü soğuk havanın yanı sıra ses tonu, bakışları ve dudaklarındaki silah titretmişti beni. Acele edip konuya geçecektim sadece. Başımı sağa ve sola sallamıştım.
"Geçen geceki olay. İntihar ve cinayet," Derin bir nefes almıştım. Sanki cümleleri toparlamak imkansız derece zor geliyordu. "Orada ne işin vardı...?"
Kısık gözlerini aralayıp kaşlarını daha da çatmıştı; yakut gözlerinin üzerimde dolaşmasıyla sesli yutkunmuştum. "Neden soruyorsun? Beni mi suçluyorsun yoksa?"
Onun yaptığını yapmış, kaşlarımı çatmıştım. "Hayır ama orada olman ve anında kaybolman biraz... Ayrıca gülümsüyordun da. Bu korkunç bir şeydi; nasıl gülümseyebilirsin ki...?" Çatık kaşlarını alay edercesine yukarı kaldırıp gülmüştü; içten bir gülümseme değildi elbette. Onu hiç içten bir gülümseme ile görmemiştim zaten. Alay ederken ya da küçümserken gülümsüyordu sadece.
Rüzgarın sertçe bulunduğumuz noktaya esmesi, dengemi birkaç saniyeliğine kaybetmeme neden olmuştu. O da düşecek gibi görünüyordu ve vücudumdaki adrenalin, kalbimin hızlı çarpışlarını sanki mümkünmüş gibi daha da arttırıyordu.
"Onları kışkırttım." Elleriyle kalçasını ve belini dayadığı korkuluğa sıkıca tutunmuş, gözlerini kapayıp kendisini rüzgâra teslim etmişti. "Zaten sinirle dolup taşıyorlardı. Küçük bir dürtü, büyük bir olaya neden oldu." Kelimeleri bir ok misali beynime saplanırken onun ne denli bir çatlak olduğu gerçeği yeniden, bir tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Kelimeler ağzımdan çıkmıyordu sanki. Zar zor yutkunup sormuştum, "Bunu neden yaptın...?"
"Belli, değil mi?" Arkasındaki korkuluğa döndü ve bana omzunun üzerinden bakmıştı. Karnını korkuluğa daha da bastır, yükünü cama vermişti. Cam korkuluk iyi görünmüyordu. "Eğlenceliydi." Dediği şeyleri hiçe sayıp hızlıca ona yaklaşmış, belini yakalamıştım ve kendime çekmiştim. Düşecekti, düşecekti neredeyse.
Hızla inip kalkan göğsümü ve artan kalp atışlarımı, sırtında hissettiğine inanıyordum. Belindeki ellerimi sıkılaştırmıştım ve nefesimin düzene girmesini beklemiştim. "D... Düşecektin neredeyse." Sesimdeki korkuyu kim olsa fark ederdi.
O ise başını bana çevirmişti. Şaşkın görünüyordu ve soğuktan çatlamış olmasına rağmen şekerin parlattığı dudakları aralanmıştı. Tek elini yanağıma koyup burnunu benim burnuma sürtmüştü. Bedenim titriyor, bu küçük dokunuşları ve temasları yüzünden bütün vücudum yanıyordu.
Daha sonra ne olduksa o an olmuştu. Gevşettiğim kollarım arasından tamamen bana döndüğünde yapışkan dudakları, soğuktan çatlamış olan dudaklarımla buluşmuştu.
Nedenini bilmiyordum, sadece öpmüştü; ben de karşılık vermiştim. İçinde duygu yoktu, bir neden ya da başka bir şey. Sadece duygusuz, basit bir öpücük olmalıydı ona göre. O gece, adını dahi bilmediğim adam ile ilk defa o terasta öpüşmüştük.
Ona göre oldukça sıradan olmalıydı bu öpücük; ancak benim hayatımı yerle bir edip bütün düşüncelerime yerleşmesine neden olmuştu.
Dudaklarına bulaşmış olan şeker tatlıydı; dudakları ve nefesi sıcak. Ayrılmaya çalıştığında bile kendimi kaptırıp öpücüğü bölmesine izin vermemiştim, soğuktan parmaklarını, yanan ensemde hissetmiştim. Saçlarımı çekiştiriyor, öpücüğü alevlendiriyordu. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından dudaklarımızı ayrılan o olmuştu -nefessiz kaldığı için-.
Benim parmaklarım dudaklarımı bulduğunda o sadece gözlerindeki ışıltı ile dudaklarını yalamıştı. Belindeki parmaklarımı gevşetmiş, benden uzaklamışsını izlemiştim. Terası terk etmeden hemen önce, sunduğum soru ile bana dönmüştü. "B... Bekle, adın nedir?"
"Bana ölüm meleği diyenler de var. Ancak adım Katsuki." Daha sonra soğuk rüzgarla beraber beni arkasında bırakmıştı. Dizlerim titriyordu heyecandan, o büyüleyiciydi.
"Katsuki..." Dudaklarıma yayılan aptal tebessümün nedeninin adını sayıklamıştım bende terası terk etmeden hemen önce.
Yine de öpücük işinin bana özel olmasını dilerdim. Dilemiştim daha doğrusu.
O an fazla heyecanlanmıştım, kalp atışlarımda ani bir artış olmuştu çünkü onu yeterince tanımıyordum; bu yüzden yaptığı küçük dokunuşları yüzünden hipnoz olurdum âdeta.
Nereden bilebilirdim ki bir ölüm meleğinin bu denli büyüleyici olduğunu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Breath Of Death║KiriBaku
FanfictionBakugou Katsuki, elini kana bulamayan bir ölüm meleğiydi. |ağustos 2018|