Selaaam! Kitabın şu ana kadarki en uzun ve en çeteli bölümü! Yazarken uykusuz kaldım..acıyın bana. Perşembeye kadar yeni bölüm atamayacağım gibi gözüküyor, o yüzden elimden geldiğince uzun yazdım. İyi okumalaarr <3
-OĞUUZ?!?!?
Ben kollarımı kendime dolarken Barış da şok olmuş bir biçimde yerde bağırıp kafasını tutan Oğuz'a bakıyordu. İkimiz de kilitlenip kalmıştık.
-OĞUZ NEYE BAĞIRIYORSUN YİNE OĞLUM? Elalemin evinde rezil olacağız bunun yüzünden.
-Gökhan, kanka Zeliş teyze buna hamileyken çok çiğ yumurta içmiş. Ondan sesi böyle işte, ne yaparsın...
-Oğuz umarım bir yerleri kırmamışsındır kardeşim!
Oğuz hala yerdeyken salondaki Gökhanlara seslendi:
-Bir yerlerini kırmamışsındır demek istedin sanırım bebeğim?
Gökhan'ın sesi yaklaşırken yanıtladı:
-Yok be oğlum "Mala geleceğine daha malına gelsin." Diye düşünüyorum ben.
Bizimkilerin her zamanki konuşmalarına gülerken olduğumuz durumu bir anlığına unutmuştum. Gökhan'ın tepkisi hatırlamamı sağladı:
-BU NE LAN?
-Yok artık!
-Sonra Oğuz neye bağırıyorsun diyorsunuz...
-Sinan bana karşımda aslında hiçbir şeyin olmadığını, tüm bunların beynimin bana oyunu olduğunu, on üç saattir küfretmediğim için bünyemin bunu kaldıramayıp saçma sapan şeyler görmemi sağladığını söyler misin?
-Benim şu an söyleyebileceğim tek bir şey var, onu da unuttum zaten.
Ben o ortamda daha fazla kalamayacağımı düşünerek giyinmek için odama kaçtım. Kaç yıllık arkadaşım da olsalar karşılarında Sırık'la havlulu bir şekilde durmak dünyanın en rahatsız edici anıydı. Odama çıkıp yatağa oturduğumda derin bir nefes aldım. Son beş dakikada neler yaşadım ben öyle ya? Ondan önceki yarım saatten bahsetmiyorum bile... Bir dakika! BU ÜÇ DELİNİN BURADA NE İŞİ VARDI? NASIL GİRDİLER BURAYA? Cevaplarımı almak için hızlıca giyinip aşağıya koşturdum.
Salondaki manzara Rönesans tablolarına fark atardı. Da Vinci mezarından kalksa ilk görmek isteyeceği kişi Oğuz olurdu belki de.
Televizyonun iki yanında duran üçlü koltukların birinde Barış –giyinmiş bir şekilde- tek başına, karşısındaki koltukta ise sağdan sola Gökhan, Oğuz ve Sinan oturuyordu.
Gökhan transa geçmiş bir şekilde halıya bakıyor, Sinan pür dikkat Barış'a odaklanmış, Oğuz ise kafasında buzla her zamanki rahat tavrıyla gülüyordu.
Ben çekingen adımlarımla içeri girerken ilk tepki Oğuz'dan geldi:
-Sıhhatler olsun hemşire, nasıldı su güzel miydi?
-Lan Oğuz! Sinirlerim tepemde bitkisel hayata geçtim geçeceğim, gevşek gevşek konuşup delirtme beni!
-Ya demirli, İstanbul'un suyu kireçli diyorlar, ondan sordum.
-Yaprakçığım?
-Efendim Sinankuşum?
-Sen burada neler olduğunu biz aklımızı kaçırmadan önce anlatsan süper olur güzelim. Şöyle en başından alalım. Sırık'ın neden burada olduğundan mesela.
-O zaman ben İzmir'den başlayayım anlatmaya...
***
Ev meselesini detaylıca anlatıp banyo kısmını hızlıca geçmiştim. Buradaki ilk günüm, okulum ve dersler hakkında bol bol konuşup arada Barış meselesinin kaynamasını istedim. Anlatmam biter bitmez konu daha fazla dallanıp budaklanmasın diye odağı başka yere çektim: