Hayatımda geçirdiğim en güzel geceden sonra birkaç gün mutluluktan uyuyamadım. Barış'ın bana aşık olduğunu biliyordum, ben de ona aşık olduğumu itiraf edince tüy gibi hafifledim ve gerçek aşk olduğuna inandığım bu duygu tarif edilemeyecek kadar sarhoş ediciydi. Geçen sene ben Ali ile sevgiliyken Barış'la parkta yaptığımız konuşmamız aklıma geldiğinde onun ne kadar haklı olduğunu yeni yeni anlıyordum. Ali ile yaşadıklarım şu an yaşadıklarımla kıyaslanamazdı bile. Barış'ın aşkı bana aynı anda hem çocukluğumu, hem gençliğimi hem de olgunluğumu yaşatıyordu. Barış, ben 80 yaşıma geldiğimde bile bana çikolatalı süt içirip benimle oyun oynayacak Yaşar, ben ise geleceğin Nunu'su olacaktım.
Benim itirafımdan sonra karşılıklı olarak duygularımızı biliyorduk ama "Biz şimdi neyiz?" toplarına ikimiz de girmemiştik, akışına bırakıyorduk –ve cevabı sanırım ikimiz de biliyorduk-. Elbette zamanı geldiğinde "aşkım" "birtanem" gibi şeyler söylerdim ona fakat "Amazon " ve "Sırık" lakapları bizim için birer lakaptan çok daha fazlasıydı hatta "sevgilim" kelimesinden daha romantik ve daha derin anlamlar taşıyorlardı bizim için. Kızdığımızda, mutlu olduğumuzda, kıskandığımızda, hayran kaldığımızda birbirimize farklı ses tonlarıyla aynı kelimeyi kullanarak anlatmak istediğimiz şeyi anlatabiliyorduk. Mesela ben Barış'a "Aşkım!!!!!" diye kızamam ama "SIRIIKKKKK!!!" diyerek çok da güzel kızarım –ama kıyamam-.
İşte böyle, tüm gün Barış'ı düşünüyordum bu aralar, aslında yapacak işlerim çoktu; daha bavullarım hazırlanacaktı, okul alışverişine çıkılacaktı, yeni ev için ufak tefek eşyalar alınacaktı ama Yaprak Ayvaz tüm işleri her zamanki gibi son ana bırakacaktı ve ana kraliçeden giderayak azar yiyecekti. O sırada telefonum çaldı:
-Yaprak? Güzelim?
-Sinankuşum! Ben de tam şimdi kafeye varmak üzereydim biliyor musun?
-Gökhan, Yaprak daha evden çıkmamış verme siparişleri, bu gelene kadar pizzalar soğur. Lan Oğuz bir sus, on dakika dayanamayacak mısın sığır herif! Zaten haftanın beş gününü pizza yiyerek geçiriyorsun, kalan iki günde de Zeliş Sultan "Miden hafta tatili yapsın evladım" diyip ev yemeği yediriyor. Offff! Tamam Gökhan şu sığıra söyle pizzasını da sussun. Yaprak?!
Sinan, Oğuz ve Gökhan'la konuşurken ben de giyinmeye çalışıyordum.
-Ya vallahi çıkıyorum evden bak, koşarak beş dakikaya oradayım, kapat hadi ayakkabılarımı giyiyorum.
Ses tonumdan yalan söylediğimi anlayan arkadaşlarınız varken onları kandırmanız imkansız. Dün çocuklarla konuşup bugün buluşalım diye ben ısrar etmiştim, yarın vedalaşacaktık, beni uğurlamaya geleceklerdi ama ben bugün de buluşup Barış'la aramda olanları anlatmak istedim.
Kafeye vardığımda telefonla uğraşan bir Gökhan, etrafa bakınan bir Sinan ve koltuğa yatmış masadaki boş pizza tabağına bakan bir Oğuz gördüm:
-Ben geldim beyler!
-Sonunda be hemşire! İkinci pizza için seni beklemeseydim Gökhan tarafından pizza tabağının üretildiği yere gidene kadar uzunca bir küfür yerdim.
Sinan tabağı alıp altına baktı:
-"MADE IN BAYBURT" mu? Şaka mı lan?
-Ohh, iyi ki beklemişim, Bayburt taa nerede?
-Nerede?
-Ben de onu diyorum taa nerede? Bayburt neresi oğlum? Bilmediğim yere gidene kadar bir de kaybolurdum bulabildiğim ilk hastaneye girerdim "YEDİZ DOĞURUYORUM AYOL YARDIM EDİN" diye. Muhtemelen Gökhan bebeğim beni uzak mesafe küfürleriyle hamile bırakırdı, değil mi ballı çöreğim?