Acı geçmişti. Yerini sadece büyük, derin bir boşluğa bırakmıştı.
Günler geçmişti. Yerini sadece önemli, cevapsız sorulara bırakmıştı.
Ve biliyordum, bu aşk bizden geçmişti. Bizi bizden alıp geçmişti.
Aynı duygular aynı yerdeydi ve gitmemişlerdi. Sadece ne olduğunu bilmediğim bir sebep bizi uzaklaştırmıştı. Beni itiyordu ve artık istemiyordu. Kabullenmiştim ama merak ediyordum. Neden?
Bu birden, hiçbir sebep göstermeden gelen davetsiz ayrılığın sebebi neydi? Bu beni yürüyen bir ruhtan farksız kılan ayrılığın sebebi neydi? İkimizi de yaşarken öldüren ayrılığın sebebi neydi?
Evet. İkimizi de dedim. O da acı çekiyordu. O da hala seviyordu. Bunu duygulardan arındırılmış gözlerimde görmek imkansızdı. Yani diğerleri için. Ama ben... Ben artık o gözleri geçmiştim. Ben bunu, kimseye açmadığı kalbinde görüyordum.
İçimde ölen duygular vardı. İçimde ölen bir Mione, içimde ölen bir Hermione Malfoy vardı. Ama bildiğim kadarıyla ben bir anka kuşu değildim. İçimde ölen koca bir ben vardı.
Onsuz geçen her saniyenin kalbime sapladığı her ok, onun benden gözlerini kaçırdığı her anın sıktığı kurşun, bazen duygusuz gözlerimizin dakikalar süren konuşmasının sapladığı zehirli hançer, sanki bir düşmancasına gönderdiği bakışları bazen, işte ben bunlarla ölmüştüm. Tam olarak her geçen gün tekrar ölmüştüm.
Sahi, bir insan kaç kere ölebilirdi? Onlarca kez, yüzlerce, binlerce, belki de milyonlarca kez olabilir miydi ölüm denen şey? Bilmiyordum. Ne geçen günleri, ne de ölümlerimi saymıştım ondan sonra.
Şimdi, aynanın karşısında durmuş bembeyaz olmuş suratımı canlı göstermek için uzun bir aradan sonra makyaj yapıyordum. Profesör Slughorn'un düzenlediği Noel Partisi'ne hazırlanıyordum.
Camdan topuklularımı ayağıma geçirirken yüzüme her zamanki mutlu maskeyi geçirdim. Tam odadan çıkarken gözüme çarpan şey o maskenin bin parçaya bölünmesine sebep oldu.
Yatağımın üzerinde koca gün fark etmediğim bir notla, uzun zaman önceki bir dostum vardı.
"Bazı şeyler bitmiş olabilir. Ama bu hala senin. Onunla gurur duy Hermione. Bazı şeyler hala tam anlamıyla bitmedi.Parçaları topla, kırılmışları onar. Hala az da olsa zaman var." diyordu notta.
Ama şunu sormuyordu. Benim hala onunla gurur duyacak gücüm var mıydı? O parçaları toplayacak, kırılmışları onaracak gücüm var mıydı? Yoktu galiba.
Ama asıl sorulacak soru onarmak istiyor muydum acaba? Bunun cevabını bilmeyerek derin bir nefes çektim içime. Bazı şeylerin bitmediğini ben de biliyordum. Ve ben bu aşkı toparlayacaktım.
Bu yüzden yatağımın üzerinde duran, kısa bir süre önce takmayı bıraktığım yüzüğü taktım parmağıma. Eskisi gibi hissettiriyordu. Bunun yüzünden gülümsedim. Belki de Hermione Malfoy ölmemişti. Belki de o sadece derin bir uykudaydı ve ben onu bu yüzüğü takarak uyandırmıştım. Kim bilebilir ki?
Bir kelebek kadar narin adımlarım partideki eşimle buluşacağım ortak salona iniyordu. Yatakhaneden ortak salona kadar olan o kısacık mesafeyi geçişim saatler almıştı. Bu istemediğim bir erkekle ilk defa baloya gidişim değildi. Ama geçen seferki en azından beni vücudum için istemiyordu.
Ortak salona girip soğuk ve mesafeli hareketlerle McLaggen'ın koluna girdim. Bana büyülenmişçesine bakarken bir yandan beni bakışlarıyla soyduğunu hissediyordum.
"Gidelim mi Hermione?"
"Granger!"
"Bu duvarları aştığımızı sanıyordum Granger?" dedi burnunu burnuma sürterken. Bu yakınlık içimde en ufak bir heyecan uyandırmayıp hiçbir duygu hissettirmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I Need You MUDBLOOD/Dramione
Fanfiction"Biz imkansızız. Bu aşk bizimle beraber çürüyecek." "Seni seviyorum Bulanık." "Ben de seni Malfoy." Son kez içime çektim kokusunu. Son kez kollarında yaşadığımı hissettim bu gece. Tanrım! ne zaman kokusu beni bu kadar büyülemeye başladı? Ne zamanda...