Ellerini hızla masaya vurup kalktı Hermione. Zor tuttuğu gözyaşlarını tutmak imkansız hale gelmişti ve bir damla firar etti. Lucius Malfoy'a döndü gözleri, sonra Narcissa'ya. Ve en son ona yapmamasını söyleyen bakışların sahibi Draco'ya.
"Üzgünüm sevgilim." dedi ve koşarak masadan ayrıldı.
Onun arkasından hızla ayağa kalkan Draco sandalyesini yere itti ve malikanenin içinde sandalyenin düşme sesi yankılandı. Koşarak sevdiğinin arkasından giderken onun da gözyaşları yanaklarına hücum etmişti.
"Mione! Dur! Lütfen!"
Kız durdu. Arkasını dönüp son bir kez sevdiği adamın yüzüne baktı. Başlayan yağmur ve bahçedeki çimen kokusu ortama hüzünlü bir hava katıyordu.
"Özür dilerim Draco. Ama daha fazla babanın iğneleyici laflarını dinleyemem. Daha fazla savaşacak gücüm yok! Özür dilerim." dedi ve koşarak bahçeden çıktı.
Draco olduğu yerde dizlerinin üzerine düştü ve ağlamaya başladı. Boğazına düğümlenen sözcükler ve babasının sevdiği kıza gizli hakaretleri onu orada her saniye öldürüyordu. Yanaklarını silip ayağa kalktı ve malikaneye doğru sert adımlarla yürümeye başladı. Öfkelenmişti. Aynı Pansy'e olduğu gibi, belki daha güçlü. Ama bu sefer rakibi de güçlüydü.
Kapıdan içeri girdi ve sesi tüm malikanede yankılandı.
"SEN NE YAPTIĞINI SANIYORSUN!"
"Sakin ol Draco." annesinin çaresizce çıkan sesi onun öfkesini azaltmadı.
"Uzak dur anne. Canını yakmak istemiyorum." Annesini gözlerine bakmaktan ve o korkuyu görmekten korkuyordu. O kadar güçlü değildi.
"Sana bir soru sordum Lucius Malfoy!" Her kelimesinde sesi daha gür ve daha öfkeli çıkıyordu.
"Ben senin babanım Draco. Konuşma tarzına dikkat et."
"Sen benim babam değilsin. Sen şeytanın vücut bulmuş halisin!"
Artık sesi sadece üçünün duyabileceği şekilde çıkıyordu. Gözlerini babasınınkilere dikmişti ve saf öfke barındırıyordu. Babası ise her zamanki gibi duygusuz bakışlara sahipti.
"Sana bu soy ismi verdiğim için bana minnettar olmalısın Draco Malfoy!"
"Bana Malfoy deme. Soy isminden de senden de nefret ediyorum. Beni anlıyor musun!"
Ve bu cümlenin ardından odanın içinde bir tokat sesi duyuldu. Ve ardından tiz bir kadın çığlığı.
_______________
Sokakta nereye gittiğini bilmeden yürüyordu Hermione. Tek isteği Weasly'lere ulaşmaktı ama nasıl gideceğini bilmiyordu. Umutsuzca gözyaşları içinde yürürken gökyüzünden süzülerek eski mavi bir araç tam önüne indi. Yıpranmış, camları kırılmıştı. Bir savaştan çıkmış gibiydi. Birden yolcu kapısı açıldı ve açıkça Hermione'yi davet ediyordu. Korkak adımlarla arabaya bindi Hermione. Sürücü koltuğuna çevirdi başını. Kimse yoktu. Ama sanki araba gideceği yeri biliyormuş gibi havalandı ve gökyüzünde süzülmeye başladı.
Araba yere indiğinde geldiği yeri çok iyi biliyordu Hermione. İşte Weasly'lerin evinin önündeydi. Bu araba burayı ve Hermione'nin buraya geleceğini nereden biliyordu? Sanırım bu soru uzunca bir süre cevapsızdı.
Yağmurun altında omuzlarını açık bırakan elbise yüzünden üşümüştü. Bu yüzden yavaşça kapıya yaklaştı ve kapıyı çaldı. Kapı açıldığında Molly Weasly şaşkınlığını gizleyememişti.
"Hermione! Tatlım bu halin ne böyle."
Biliyordu. Saçları sırılsıklamdı ve makyajı gözyaşlarından dolayı akmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I Need You MUDBLOOD/Dramione
Fanfiction"Biz imkansızız. Bu aşk bizimle beraber çürüyecek." "Seni seviyorum Bulanık." "Ben de seni Malfoy." Son kez içime çektim kokusunu. Son kez kollarında yaşadığımı hissettim bu gece. Tanrım! ne zaman kokusu beni bu kadar büyülemeye başladı? Ne zamanda...