Saat sabah dördü gösterirken Jimin yanındaki telsizden gelen çığlıklarla irkilerek uyandı.
Üstüne birşeyler geçirip hızlıca Hye Lin'in odasına girdi.
Küçük kız yatağının kenarına saklanmış,odanın bir köşesine bakarak bağırarak ağlıyordu.
Onu kolları arasına alarak kafasını göğsüne yasladı.Böylece gördüğü şey her neyse göremeyeceğini düşünüyordu.Saçlarını okşadı ve gözlerini kapatıp her ne olursa geçmesini bekledi.
"Korkma prenses ben burdayım.."
Birkaç dakika kadar öylece durdular.Sonunda Hye Lin'in bağırmaları azalıp yerine sadece ağlamaları kaldığında Jimin sinirlerinin bozulduğunun farkındaydı.Sürekli böyle olursa dayanamayacağını biliyordu.
O sırada Jungkook koşarak odaya girdi ve küçük kızı kolları arasından çekercesine alıp saçlarını öpmeye başladı.Jimin hiçbirşey söylemedi.Kaşları çatıldı sadece.
"Aşağıda ilaçları vardı getirsene Jimin."
Sarışın genç sinirle odadan çıkıp masanın üstündeki ilaçları alıp tekrar yukarıya çıktı.Jungkookun sanki o hiçbirşey yapmamış gibi davranması canını sıkmıştı.
Kocası uzattığı ilaçları alıp teşekkür bile etmeden Hye Lin'e içirdi ve uyuyana kadar başında bekledi.
Jiminin ise bütün uykusu kaçmıştı.Kendine sert bir kahve yaparak,yeni aydınlanmaya başlayan havayla birlikte avluya çıktı.
Jungkook onu yatak odasında bulamayınca yanına gelmişti.Usulca sandalyesini çekip yanına oturdu.Jimin düzenli olarak oflayıp durduğunda ve onunla konuşmadığında birşeylerin ters gittiğini anlayabilmişti.
"Ne oldu?"
"Soruyor musun gerçekten?"
"Hye Lin için mi canını sıkıyorsun?"
"Hayır Jungkook.Canımı sıkan biri varsa o da sensin."
"Niye?"
Jimin bardağını sertçe masaya koyduğunda Jungkook irkilerek ona baktı.
"Hye Lin'i bu kadar sahiplenmeyi bırakmalısın."
Jungkook hayal kırıklığıyla Jimine bakmaya başladı.Kızlarını kıskanıyor muydu yani?
"Kıskanman saçma değil mi Jimin?Hye Lin daha küçük bir çocuk ve-"
"Hye Lin'i kıskandığım falan yok aptal!"
Jimin en sonunda patladığında Jungkook dolmuş gözlerini ona çevirdi.
"Bak ben..ben Hye Lin'i seviyorum tamam mı ve-"
Gözleri aynı Jungkook gibi dolmuşken cümlesinin devamını getiremedi.Aralık kalmış dudaklarıyla birlikte bahçede gezdirdi gözlerini.Yeniden konuşmaya başlamadan önce Jungkookun yanağından sessizce süzülen gözyaşını farketmişti.
"Onu bu kadar çok seveceğimi ve bu kadar çabuk bağlanacağımı düşünmemiştim Jungkook.Ama sanki Hye Lin'i hiç sevmiyormuşum gibi davranıyorsun.Sanki sadece senin kızınmış gibi.Ben de ilgilenebilirim.Ben de onunla alışverişe çıkabilir,istediği gibi vakit geçirebilirim.O kağıtların altında ikimizin de imzası var ve sen bunu unutuyorsun."
Jimin kahvesinden bir yudum daha aldı ve gözlerini yumdu.Başı ağrımaya başlamıştı.
"Böyle mi davranıyorum gerçekten?"
"Evet,aynı böyle davranıyorsun Kook."
Jungkook gözyaşlarını temizledikten sonra Jiminin ellerini kavramak istedi ama kocası sertçe kendine doğru çekti onları.Derin bir nefes alıp kuruyan dudaklarını yaladı ve sanki bütün herşey ordaymış gibi bahçeye bakmaya başladı sessizce.
"Özür dile-"
"Baba."
Sözleri çekingen bir sesle kesildiğinde ikiside kafasını kapıya doğru çevirdi.Hye Lin sinekliğin arkasından onlara bakıyordu ağlamaktan kızarmış gözleriyle.Daha demin kavga eden ikilinin bütün sıkıntılarını unutturacak birşey söylemişti onlara.
Hye Lin ilk defa baba demişti.
Söylemişti ama kime?
Jimin hızlıca oturduğu sandalyeden kalkıp sinekliği açtı ve Hye Lin'in gelmesine yardım etti.İkiside kime bana dediğini öğrenmek için can atıyordu.
Ama Hye Lin Jiminin gelmek için kavradığı elini bırakıp Jungkookun kucağına gittiğinde,Jungkook buna sevinemedi bile.
"Nereye gittin baba?Çok korktum.."
Jimin gözünü kırparsa yanaklarının ıslanacağını biliyordu.Hye Lin'in ağladığı görmemesi için başını bahçeden yana çevirdi.Hiçbirşey söylemeden sırtına aldığı şala biraz daha sarıldı.
Jungkook ise kaybolmuş bir şekilde Jimine bakıyordu.Tek yapabildiği boynuna sıkıca kollarını dolamış kızının sırtını okşamaktı.Duymak için can ettiği şeyin,canını bu kadar yakabileceğini düşünmemişti hiç.
Gözleri yavaşca salonda asılı saatte kaydığında,işe gitmek için yarım saat kadar olduğunu farketti.
Hye Lin'in kısa kollarını yavaşca boynundan çekti.Hala kucağındayken ayağa kalktığında Jimin en sonunda gözlerini yumup gözyaşlarının onu ele geçirmesine izin vermişti.
"Hye Lin,babanın işe gitmesi gerekiyor."
Jimin Jungkooku hiçbirşey olmamışcasına çekip gitmesine sinirlendiği kadar üzülmüştü de.Neden böyle yaptığını birtürlü anlayamayacaktı.Jeon Jungkook dünyanın en umursamaz insanıydı onun gözünde artık.
İkisinin çıkıp gitmelerini,rahatça hıçkırıklarla ağlamayı bekliyordu ama Jungkook Hye Lin'i kucağından indirip sinekliği araladı birkez daha.Küçük kız da,Jimin de hala birşey anlamamıştı.
"Bu yüzden şimdi Jimin babanla uyu olur mu?O seni çok seviyor."
Jungkook sinekliği kapatıp merdivenlere yöneldiğinde Jiminin yüzünde güzel bir tebessüm belirdi.Yavaşca arkasını dönüp uykulu gözleriyle,ama gülümseyerek ona bakan kızına döndü.Kucağına alıp yüzünün heryerine minik öpücükler kondurdu.Zaten uykusu olan Hye Lin masaj gibi hissettiren öpücüklerin arasında uyuyakaldığında Jimin sırtındaki şalını alıp üzerine serdi ve odasına götürmek üzere içeri girdi.
O sırada Jungkook takım elbisesini giymiş,son kol düğmesini ilikleyerek aşağıya iniyordu.Salonun ortasında,kucağında kızlarıyla birlikte ona melek gibi bakan kocasına yaklaştı.Derince öptü dudaklarını.Daha sonra uyuyan Hye Lin'in minik eline bir öpücük kondurdu.
"Sizi seviyorum."
Hala dünden kalan poşetlerle dolu salon dünyanın en güzel yerine dönüştü bir anda.
"Bizde seni seviyoruz Jungkook."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
f*cking marriage ✔
Fanfiction"En büyük lanetler sana girsin Jeon!" "Soyadımızın aynı olduğunu hatırlarsın umarım!"