'İnsanların duyguları teker teker sömürülünce, insanlıkta kalmıyordu şüphesiz.
Kader denilen şu ince telin üstünde cirit atıyorduk biz insanlar.
Ölüme kadar ne yollar geçiyorduk.
Yaşadığımız şeyler yaşamın bir parçasımıydı? Yoksa ölümün bir yansıması mı?
Hangi vadide doğmuştuk ? Veyl' de mi? İçimizde ne yeşeriyordu abrus tohumu mu?
Öyle işte belli bellirsiz de olsa, can alıcı benlik sorularını soruyorduk. Ne ileri ne geriydi hayatımız, olduğumuz yerde sayıyorduk.
Acıda takıldıysak eğer; hep acı geçiyordu hayat.
Yada hep gülüş yerleşmişse suratımıza; kırık camlarda kesmiyordu suretimizi. Hayat zaten takılmak demek değilmiydi? Hep aynı şeyi yapmak. Sabah uyanmak, gece uyumak. Hep rutindi işte hayat. Peki ya ölüm denilen şey herşeyden herkesden farklı mı? O yüzden mi giden gelmiyordu geri? Gidince öğreneceğimiz gerçekler yüzünden mi korkuyorduk bu rutinden kopmaya? Ruhumuzun emileceğini bildiğimizden mi çekiniyorduk o sessizlikten?
Herşeyi kaybetmemiş gibi davranmak; kolay geliyordu sanki bize. Sonuçlarını bildiğimiz davranışlara çekinerek bakıyorduk. Ölüm klişe geliyordu kulağımıza taki, ölümle savaşan birini görene kadar. Benim için o kelime basitti. İnsan dediğin mutsuzluktan ölürdü, mutluluktan, heyecandan yada hayatın monotonluğundan ölürdü.Herkes ölürdü. Herkes ölür!
Ama ölüm, bu kadar kanlı mıydı?
Değilse, bu adam niçin kızıl şaraba boyanmıştı?
Kulağımı neden kadın çığlığı tırmalıyordu? Kim ölüyordu?
Kim?Vücudum neden titriyordu? Midemin bulandığını net şekilde hissediyordum.
Kollarımı tutan bişey vardı mesela.Kulağıma çınlamanın ötesinde bir haykırış sesi geliyordu.
Yine mi takıldım beynimin bir türlü atamadığı zehre?"Nefes!"
Elimin üstüne konan şevkat, bilincimi açıyordu yavaşça.
"Uyandı." Ece'nin rahatlamış sesi kulaklarımda yerini alınca, güven vücudumda dolaşmaya başlayacak kadar güçlenmişti.
"Dur, su getireyim kuzuma."
Aşina olmadığım sesle gözlerimi hızla açmıştım.
Beni karşılayan boğuk odanın beyaz tavanıydı.
"Sağol, teyze."
Sağ tarafımda kocaman odaya zar zor sığmış insan topluluğuna hayretle baktım. Herkes sessiz ve dikkatle izliyordu beni.
Ece'nin uzattığı sudan birkaç yudum aldım.
Kalabalıkta tanıdığım, birçok sima olmasına rağmen tanımadığım kişilerde vardı.
Yerimde doğrulmuş olmanın verdiği rahatlıkla Ece'ye dönmüş ve göz göze gelmiştim. Sakin tavrıyla;
"Daha iyisin değilmi?" Dedi.
"Evet." Diye cevap verdim Mahmuriyetim üzerimdeyken.
Su getiren, ellili yaşların sonlarında olduğu belli olan kadın, sakince yatağın bana yakın kısmına oturdu. Birkaç dakika öylece yüzüme baktı.
Bu kalabalık oda da çıt çıkmıyordu, O bana dikkatle bakarken.
Yumuşacık, elleriyle saçlarıma uzandı;"Nefes,olmak zordur yavrum. Kendi nefesin olmakta, bir başkasına hayat olmakta zordur ancak sen bunu yapabilecek güçtesin."
Gözleri hızla buğulaşırken, odayı terk etmişti.
Şaşkınlıkla etrafa bakarken, uzun boyu ve kısa saçlarıyla dünden hatırladığım genç kız yaklaştı bana bu sefer;"Tüm bunlar benim yüzümden oldu sanırım ve gerçekten çok üzgünüm."
Samimiyetle söylediği sözler, gerçektende üzgün olduğunu açıklıyordu lâkin olanların sorumlusu O değildi. Hatta bana olanların sorumlusu ben de değildim. Herşeyin sorumlusu tüm cahilliğiyle, nefsine tapan şeytandı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFDERUN
Novela JuvenilSadece bir şans. Sadece bir şanstı onun için. Nefes alabilmek, nefes olabilmek için, Ziftle kaplanmış ruhu için bir şanstı. Fetih edilebilmek için. Peki bedenindeki izleri nasıl silecek, çığlıklarını nasıl bastıracak ve vücudunu nasıl zaptedecekti...