Herkes ya da daha doğrusu çoğu kız küçükken bir prenses olmak ister.
Tüllü elbisesiyle etrafta salınmayı parlak tacıyla bir tahta oturmayı bekler.
Biz de Soojin'le hep gerçek birer prenses olmak istedik.
Kaldırımda dalgalı saçlarımızla beyaz atlı prenslerimizi bekledik.
Biz birbirimizden hiç ayrılmayacağımıza söz verdik.
Sonsuza kadar dost iki prenses olacak, hiç ayrılmayacaktık.
Fakat her verilen sözün bir kilidi vardı ve kilit kırıldığı zaman verilen söz bir duman olup havaya karışırdı.
Kilitleri kıran Soojin olmuştu. O verdiği sözü unutup hayatımdan kaybolmuştu.
Zaman geçtikçe her şey değişti.
Pembenin değilde, siyahın daha havalı olduğunu düşünmeye, prensler hakkında değilde Soojin'in tanıştığı oğlanlar hakkında konuşmaya başladık.
Lafin kısası BİZ büyüdük.
Sorun büyümemiz değildi aslında. Sorun Soojin'in geçmişindeki küçük, şirin kızdan kurtulmak istemesiydi. Ondan kurtulmak hatta onu parçalamak.
Ve beraberinde küçük Soojin'in yanındaki diğer pembe elbiseli kızıda.
Benide.
Soojin'in yeni kimliğine bürünmesi için bunlar şarttı.
Ve o arkasına bir an bile bakmadan her şeyi ezerek bunu başardı.Ben mi? Ben hâlâ o küçüklüğümüzdeki tüllü elbiseli kızım. Mor pony'mle uyuyor arada gizlice çizgi film izliyorum.
Ve hişşt bu bir sır parıltılı tacım hâlâ yatağımın altında.