Korkmana gerek yok bu gece bizim.
Ay şarkı söyleyecek gece keman çalacak.
Penceremizdeki uçuşan tül güzelliğine şahit olacak.Bir aldanış diye düşündüm. Hoseok bir aldanıştı. Sadece kafamın karışık olduğu bir zamanda onu bulmuştum.
O benim boşluktan kurtulmak için aldandığım şeydi, başka hiçbir şey değildi.
Eve girdiğimden beri oturma odasındaki koltukta oturuyor hiç kıpırdamıyordum.
Işıkları açmamış odama bile çıkmamıştım. Sadece televizyonun başına oturmuş sevdiğim bir diziyi açmıştım.
Ceketim hala üzerimdeydi. Karanlıkta öylece oturuyor, evde birileri varmış gibi sessizce ağlıyordum.
Televizyonun ışıkları yüzümde geziniyor, gözlerimi acıtıyordu.
Telefonum çaldığında ekrandaki isimle hızlıca boğazımı temizledim. Arayan babamdı.Bir süre bekleyip ses tonumu düzeltmeye uğraştım. Onları endişelendirmek istemiyordum.
Telefonu açtığımda nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum.
"Alo."Sesim kesinlikle çatallıydı ve babam uyku sersemi olduğumu düşünecek bir şey anlamayacaktı.
"Alo bonne nuit cherie."
Babamın neşeli ses tonuna gülümseyemedim.
Gittiği ülkelerde öğrendiği birkaç kelimeyi bana söylemeye bayılırdı."Sanada iyi geceler baba."
"Nasılsınız bayan?"
"İyiyim sen nasılsın."
Telefonu kendimden uzaklaştırdığımda babam konuştu.
"Bizde iyiyiz sadece seni özledik."Kafamı koltuğa atıp elimi saçıma götürdüm. Babam şansını zorlarsa patlayabilirdim.
"Ben de sizi özledim. Hem de çok."
"Tatlım Seyong bu akşam geç gelebilir, annesine bakıyor biliyorsun. Kapıları kilitle olur mu?"
"Tamam."
"Arka kapıyıda."
Ses vermediğimde sesi düzleşti. "Bir sorun yok değil mi?"
"Hayır yok sadece yorgunum bilirsin.." gülmekle ağlamak arası bir hal aldım. "Yoruluyorum... okul, dershane."
"Öyle olsun bakalım. Kendine dikkat et iyi geceler."
Telefon kapandığında telefonu tutan elim kucağıma düştü.
Babama sormak istediğim bir şey vardı. Kalbim acıyordu ve ona ne zaman geçeceğini sormak istiyordum.
O bilirdi değil mi?Sessizlik bana cevap vermediğinde kafamı iki yana salladım.
Çıkışan saçlarım alnıma ve yanaklarıma yapışmıştı. O kadar hızlı yürümüştüm ki betbat haldeydim.
Dışarıdaki yağmur beni daha çok ağlatacak şekilde hızlandığında, tekrar geriye yaslandım. Cama vuran damlaları görebiliyordum.
O damlalar benimde yanaklarımdaydı ve bu garip hissettiriyordu.
Acaba bulutlar neden ağlıyordu.
Yanımdaki yastığı kucağıma çekip sıkıca sarıldım.
Ve yüzümün yarısını gizledim.Hoseok bir prens değildi kendimi kandırmıştım. O Soojin'in prensiydi ve aynı onun gibi poşetten bir kalbi vardı.
İlk rüzgarda uçan plastik bir poşet.