3» above the trees

8.2K 746 144
                                    


.,

21 Kasım, Busan Ulusal Üniversitesi / Revir

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


21 Kasım, Busan Ulusal Üniversitesi / Revir.

Çocukken hep ağacın en tepesine çıkarsam gökyüzüne dokunabileceğimi sanardım. Bu yüzden sürekli mahalledeki ağaçların tepesine çıkar, daha sonra inmek için herhangi bir çaba göstermezdim. Çünkü beni ağacın tepesinde gördüğü andan yaygarayı koparak annemin ilk işi komşuları başımıza toplamak, ikinci işi ise itfaiyeyi arayarak beni aşağı indirmek olurdu.

Aşağı indiğimdeyse gelsin önüme bir haftalık canım cicim günleri. "Bir yerin acıdı mı yavrum?" "Korktun mu anneciğim?" "Aigoo~ benim kızım nasılda cesurmuş."

Çocukken en sevdiğim zaman dilimi annemle geçirdiğim vakitlerdi. Tek güzel kalan anılarımda onlardı. Çünkü benim hiç arkadaşım olmamıştı. Busan'ın nadide parçasıymış gibi davranan mahalle lordlarının en favori alışkanlıkları beni hep dışlamaktı. 

Onlarla nasıl top oynuyordum merak ediyor musunuz? Daha doğrusunu demek gerekirse, onlar oynuyordu ve ben duvarın köşesine sinerek uzaktan onları izliyordum. Arada bir top sahadan dışarı fırladığındaysa koşarak topu avuçlarıma alıp göğüsüme sıkıca bastırırdım. Topu ben yakalamıştım çünkü. Herkesin dikkati topu yakalayan kızdaydı çünkü.

Koşarak mahalle çocuklarının yanına gider, toplarını onlara geri vererek tekrardan onları uzaktan izlediğim duvarın köşesine giderdim. Neden mi hiç "Ben de sizinle oynayabilir miyim?" diye sormamıştım? Aslında sormuştum. Aldığım cevap çocuk kalbimi acıttığı içinse saatlerce Joker'in kulübesinde ağlamıştım. Yine.

Bazen köpeğimiz Joker'e acıyordum. Benim ağlayarak onun yanına koştuğumu her gördüğünde kulübesinden sakince çıkar, benim girmem için yer açardı. Şimdi düşünüyorum da, o çok akıllı bir köpekti. Diğer burnu havada çocuklarla oynamak için çabaladığım kadar Joker'le oynasaydım, çocukluğum daha eğlenceli geçerdi.

Ama Joker iki yıl önce ölmüştü. Yaşlanmıştı ve artık Azrail ona sürekli göz kırpıyordu ne de olsa.

Maziyi hatırlamayı bıraktığımda hemşirenin koluma bağladığı serumun bittiğini ve onu açmak için geri geldiğini fark ettim. Üniversitenin kafeteryasında bayıldığım için vicdanlı bir kaç kişi tarafından revire getirilmiştim. Yine o vicdanı tavan yapmış insanlar tarafından dinlenmek için rapor almıştım. Şimdi de revirin tuhaf kokulu yataklarından birinde uzanmış, uzun bir süre sonra rahat bir uykunun mayışmasını yaşıyordum.

Ta ki her yatağın arasına konulmuş mavi perde hırçınla çekilene kadar. Kulağıma ilişen sinir bozucu tel sesiyle gözlerimi açıp yan tarafıma doğru döndüm. Halbuki rüyalar alemine gitmeme çok küçük bir tık kalmıştı.

"Yağmuru seviyorsan, sana zarar vermesine izin vermemeliydin. Bunu ancak aptallar yapardı ki, sen de aptalmışsın."

Bakışlarımızın kesiştiği kişi oydu. Hani, Romeo kıyafeti giymese bile dokuz metre öteden "Ben Romeo'yum!" diye bağıran çocuk.

O da benim gibi yatağa uzanmış kırmızı kazağının kapüşonunu kafasına geçirmişti. Kapüşon takmayı seviyorsun galiba Jungkook. Sana yakışıyor hem. Gerçi sana her ne giysen yakışıyor.

Sen şu elalemin çocuğu dedikleri örnek çocuk gibisin. Herşeyin tam. Fakat hiç kimse gerçek seni bilmiyor. Herkes seni elalemin çocuğu diye tanıyor, evlatlarına tanıttırıyor. Çok beddua edenin var Jungkook, çok.

"Senin de benden aşağı kalır yanın yok." diyerek ukalaca mırıldandım. Bir noktada haklıydım çünkü. Eğer bana bu lafı edebiliyorsa öncelikle kendi haline bakmalıydı. Aptal alçılı çocuk.

"Hımm," diyerek uzunca ağzında anlamı olmayan birşeyler geveledi.

"Şimdi sayın Yağmuru Seven Fakat Hasta Olan Çocuk. İzin verirsen uyuyacağım." Ona arkamı dönerek uyumaya çalıştığım da, yaptığım bu salaklığa tekme dayak girmek istemiştim. Madem uyuyacaktın uyu. İyi tamam da, çocuğa neden arkanı dönüyorsun? Onun gibi taşları görmek için taa Seoul'den gelenler var nankör.

"Adın ne?" diyerek usulca sordu aniden. O kadar sakince sormuştu ki bir an kendi kendine konuştuğunu sandım.

"Tae Hee," dedim uykulu bir sesle.

Güldü.

"Benimki de Jungkook."

Biliyorum.

"Bana şemsiyeni verdiğin için mi hastalandın?" Jungkook'un suçlu çocuklar gibi çıkan sesini duyduğumda derin bir iç çekerek yatakta ondan tarafa dönüp, ifadesiz bakışlarımı yüzüyle buluşturdum.

"Tut ki, öyle. Bu neyi değiştirecek?"

Yastığına kocaman sarıldı ve benim mendebur suratıma bakmaya başladı. Aslında bakmıyor direk detayına kadar inceliyordu. Bu rahatsız olmama kökenli bir sebepti. Çünkü yanağımda çökükler vardı. Bu yüzden insanların bana bakmasından hep rahatsız olmuşumdur.

"Ya biliyor musun, seni bir yerden çıkartacağım ama nereden,"

"Hayatından." diyerek alayla konuştum.

Kafasını iki yana salladı ve güldü. "Daha önce karşılaşmış olabilir miyiz acaba? Çok eskiden."

"Hayır," diyerek tek kaşımı kaldırıp hafızamı yokluyormuş gibi bir görüntü verdim. "Eğer karşılaşsaydık hatırlardın. Ama hatırlamıyorsun. Demek ki, beni daha önce hiç görmedin Jungkook."

Baktın ama görmedin.

Sana görmediğin birinden bahsedemem Jungkook. Sana benden bahsedemem.

Bakışlarım kocaman gözlerinde gezindiğinde ona uzun süre bakmanın tuhaf kaçacağını düşünerek gözlerimi kapattım.

Karanlık değildi.

Göz kapaklarımın içine çizdiğim binlerce dünya vardı ve gözlerimi her kapattığımda içine girdiğim dünya beni daha mutlu ediyordu. Çünkü orada sen beni görüyordun Jungkook. Bakmasan bile görüyordun.


Y.,

bright, jeonggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin