5» take me to the moon

6.2K 654 134
                                    


.,

4 Aralık, Busan Ulusal Üniversitesi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


4 Aralık, Busan Ulusal Üniversitesi.

Bir kaç gün önce ablam geldi. Boyu uzamış, daha bir alımlı olmuştu. Gerçi o hep daha güzeldi. Benden farklı olarak onun büyük göğüsleri, kıvrımlı kalçası ve bembeyaz teni vardı. Hayatımda gördüğüm en güzel kadındı benim ablam.

Biz çocukken annem hep onun saçlarına kızıl gül şerbeti sürerdi. Lisedeyken ise erkekler onunla konuşabilmek için beni kullanırlardı. Her gün aşk mektupları gezdirirdim çantamda. Ama işin komiği hiç biri bana ait değildi. Hepsi ablam içindi.

Onun geldiğine çok sevinmiştim fakat, onu orada, öyle görünce kirpik uçlarımın ıslandığını hissettim.

Bütün geçmiş gözlerimin önünden kısa bir şerit gibi geçmişti; ablam. Benim hayatımın koca bir kısmını ablam kaplıyordu. Aslında sadece hayatımın değil, eviminizin en büyük odasınıda o kaplıyordu. Ben çatı katında kalırdım. O ise hep girmek istediğim ama adımımı bile atamadığım büyük odada.

Hatırlıyorum da, ablam özel okula gitmişti. Ben ise devlet okuluna. Çünkü benim okula gitmek zamanım geldiğinde ablam liseye hazırlanıyordu, daha sonra üniversiteye hazırlandığı için özel öğretmen, dershane demeden bütün paramızı ona yatırdık.

Daha sonra Calvin Klein modellik seçmelerine katıldı. Ve kazandı. Bu sayede mahallemizin hazinesi sayılırdı ablam. Herkes ona hayranlıkla bakardı.

Annem hep ablana kendi ayakları üzerinde durmaya yardım edelim, daha sonra sıra sana da gelecek sabr et, derdi. Ama anne, o sıra neden hâlâ gelmedi? Bekliyorum, bekliyorum ama yarın bir gün Üniversiteni bitirince zaten kendi ayaklarım üzerinde duracağım. Sanarım o sıra, bana asla gelmeyecek.

Şimdi bugüne geri dönelim; 4 Aralık.

Ablamı üniversitenin çıkışındaki kafede Jungkook'la sohbet ederken görmüştüm. Yılların kankasıymış gibi gülüşüyor, hiç bitmeyecekmiş gibi konuşuyorlardı.

Ah, unuttuğum bir şey vardı.

Biz çocukken ablam hep Jungkook'la oynardı. Mahallede onlara Romeo ve Juliet diyenler bile vardı. Daha sonra Jungkook taşındığı için onların arasındaki bağda zamanla kopmuştu.

Kalbimin kırıldığını hissettim. Hem de bunu öyle derinden hissettim ki, ağlamamak için yanağımın içini dişledim.

Ablamı ilk görüşte tanımıştı.

Ama doğru ya, ablam benim gibi değildi. O güzeldi. Güzel insanları hiç kimse unutmazdı. Hem ablamın harika bir kokusu vardı. Yanından geçenler ona dönüp tekrar tekrar bakardı, koklardı.

Sırt çantamın kulpunu o kadar sıkı kavramıştım ki, parmak eklemlerim beyazlaşmıştı. Onları daha fazla izleyip kendime acı çektirmekten vazgeçerek önüme döndüm ve hızlı adımlarla yürümeye başladım.

Ağlamak istemiyordum. Ağlarsam kendimi durduramazdım.

Yıkanmak istiyordum. Ama bunu bile artık yapamazdım. Geçen gün doktora gitmiştim ve sık sık yıkandığım için deri hastalığına tutulduğumu öğrenmiştim. Zaten güzel değildim, zaten hoş kokmuyordum ve zaten yeterince iyi birisi değildim. Şimdi de hasta olmuştum.

"Neden bu kadar eksiğim? Neden hiç bir şeyim diğerleri gibi sıradan değil? Neden hep eksiğim?!" Kendi kendime mırıldanarak koşmaya başladım.

O kadar hızla ve o kadar çok koşmuştum ki, nefes borum nefeslerimi tıka basa içeri almaya yetmeyecek bir şekilde darlaşmıştı. Öksürerek dizlerim üzerine çöktüm. Ablam kadar güzel olsam yeterdi aslında. Yada en azından hoş bir kokum olsaydı.

Ben bir kokarcaydım ve artık haftada sadece iki kez yıkanabilirdim. Fazlası derim için çok zararlıymış.

Bir süre sonra sessizce ağlamaya başladım. Çantam omzumdan sıyrılıp kaldırımın oraya düşmüştü. Yağan yağmurun altında kalmıştı ruhum.

Bedenimden nefret eden bir ruhum vardı. Ne yapsam yaranamıyordum.

Sırılsıklam olduğumda, bunu umursamayarak daha şiddetle ağlamaya başladım. Duş almıştım. Gökyüzü bile hasta olmamı istiyordu demek ki.

Dünya benden neden bu kadar tiksiniyorsun? Güzel kokmadığım için mi? Ama sen içinde kokarcaları bile tutan o merhametli ev değil misin?

Yumruğumu sıktığımda tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim. Avucumdan akan kan zihinsel acımı biraz da olsun yatıştırıyordu. Ama birazcık, küçücük.

Kafamın hemen üstüne çöreklenen karartını fark ettiğimde bakışlarımı daldığım boşluktan çekmeden kaşlarımı çattım. Yağmur üzerime yağmaktan vazgeçmişti sanki. Ben haricinde, kalan bütün dünya yağmurla ıslanıyordu.

"Sevdiğin şeyin sana zarar vermesine izin verme, aptal."

Bakışlarımı yukarı kaldırdım ve onunla göz göze geldim. Karşımda gördüğüm Jungkook'tu, üzerime tuttuğu şemsiye ise benimdi.

Islak saçlarından damlayam yağmur damlaları tenine damlıyor, usulca onu sırılsıklam yapıyordu. Kapüşonunu takmamıştı. Saçlarının ıslanmasına izin vermişti.

Beklemediğim bir anda elini bana doğru uzattı. "Elimi tut Tae Hee."

Ah be Jungkook. Beni hatırlamıyorsun ama ablamı ilk görüşte şıp diye hatırlıyorsun. Ve şimdi karşımda durmuş bana kalkmam için elini tutmamı söylüyorsun. Ben aptal mıyım?

Elini tuttum. Jungkook gülümseyerek beni düştüğüm yerden ayağa kaldırdı.

Doğru tespit, ben aptaldım.



Y.,

bright, jeonggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin