.,
Çocukken bir rüya görmüştüm.Bembeyaz bir elbise giymiştim. Meleklere benziyordum çünkü kanatlarım da vardı. Ayaklarım çıplaktı ama bastığım toprak canımı asla yakmıyordu. Toprağın kokusu alıyordum. Yağmurdan sonraki kadar ferahtı. Gökyüzünde bir sürü kuş ve bulutta vardı.
Sonra koşarak bir ağaca tırmandım. Oradan bütün dünyayı izlemeye başladım. Koca bir dünya gözlerim önündeydi ve kalbimi çarpıtıyordu.
Sonra uyandım. Ve o rüyayı bir daha asla görmedim. Aslında şimdi düşünüyorum da çok saçma bir rüyaydı. Ama o zaman o kadar güzel gelmişti ki bana, rüyama aşıktım neredeyse.
Sonra onu görmüştüm ve aşık olduğum rüyam bile aklımdan çıkıp gitmişti.
Ama şimdi hayatıma bakınca, ona sarılacak kadar yakınken bir anda dokunamayacak kadar uzak oluvermiştim. Keşke vaktim varken onu öpseydim, saçlarıyla oynasaydım ve ona sarılsaydım. Hiç olmazsa birlikte uyusaydık.
Ama işte insan hayatı tahmin edemeyeceğimiz tek şeydi. Mesela insanlar yarın havanın nasıl olacağını dünden bilebilirken, yarınki havaya ne giyeceklerini asla tam olarak bilmezler.
Ben bolca vaktim var ağırdan alayım derken, elimden uçup gitmiş sevgilime üzülüyordum. En çokta oluru varken bu kadar olmaza sürüklediğimiz için üzgündüm.
İlk zamanlar koridorda tesadüfen karşılaşsak ikimiz de ters yöne giderdik. Kafeteryada ona kasten çarpıp yemeğini düşürürdüm yada o benim derse geç kalmamı sağlardı. Bu tür çocukça şeyler yapıyorduk evet ama şimdi o bile yok olmuştu.
İki yıl geçmişti. İki yılımı onunla didişerek geçirmiştim. Ama asla konuşmaya cesaret etmemiştim. O da bana doğru atacağı adımlardan zamanla vazgeçmişti.
Artık birbirimizi gördüğümüzde öylece yürüyüp kendi yolumuza gidiyorduk. Bazen onu günlerce görmüyordum, bazen ise onu görmek için çabalamıyordum bile.
Çözülebilir bir sebepten dolayı ayrılmıştık ama ben onu asla alamamıştım. O da alamamıştı demek ki. Çünkü benden özür dilemesini iki yıl ciddi ciddi beklemiştim. Ama o hiç gelmemişti.
Dediğim gibi gidenler gitmişlerdir artık.
Ve sanarım ben, artık pes etmiştim. Çünkü asla savaşan birisi değildim.
Dersten çıktıktan sonra yağmurun yağdığını fark ettim. Ama yağmurda yürümeye mecburdum. Şemsiyem yoktu ve bana şemsiye verebilecek kimsede yoktu.
Üniversiteden çıktığımda onu ilk kez yağmurlu havada gördüğüm geldi aklıma. Oturduğu kaldırım, onun için endişelenen ben ve kafasından hiç indirmediyi kapüşonu..
Onu unutmak zordu. Ama hatırlamak acıydı.
Yine de içimde biriken gözyaşlarını serbest bırakarak Jungkook'u ilk defa gördüğüm o yere gittim ve karnımın ağrıyıp ağrımayacağını umursamayarak kaldırıma oturdum. Cidden soğuktu.
Ağlamaya başladığımın dokuzuncu saniyesinden üzerime yağan yağmurun kesildiğini fark etmiştim. Kafamı odak alanıma giren ayakkabılardan yukarı kaldırdığımda onu gördüm.
Yine siyah kapüşonlusu kafasındaydı ve benim iki yıl önce verdiğim şemsiyeni üzerime tutuyordu. Onu o parktan almayı unutmamıştı demek ki. Beni unutmamıştı.
"Yağmurda ıslanacak kadar aptal olma Tae Hee, şemsiyeni asla yanından ayırma. Sana söyleyebileceğim tek şey bunlar."
Şemsiyeni eğilerek benim ona yaptığım gibi elime tutuşturdu. Sessizce onu izlemeye devam ettiğimde burnunu çekmiş, doğrularak ayağa kalktıktan sonra arkasını dönüp gitmişti.
Haraketlerinde nefret yoktu, öfke, kin de yoktu. Ama sevgide yoktu. Sessizlik vardı, uzun bir sessizlik hem de.
Belki onun arkasından gidip sarılabilir yada pişman olduğumu söyleyebilirdim ama bunu yapmayacaktım.
Yapamazdım. İnsanın en büyük kusuru gururunun olmasıydı. Ve ben gururun insanı nasıl mutsuz ettiğinin canlı örneğiydim.
Jungkook gitmişti. Bu kez gerçekten gitmişti. Saçma bir sebepten, aptal bir gurur yüzünden ve hiç yaşanmaması gereken kalp kırıklıkları yüzünden.
Oturduğum kaldırımdan kalktım ve yürümeye başladım.
Ben de gidiyordum. Sanarım bu şehir, bu ülke bana dar geliyordu artık. Hayır, sanarım dar gelen tek şey kalbimdi.
Aydınlık bana hiç uğramıyordu.
Aydınlık karanlığımı terk etmişti.
Fakat onların ismi bile çoğu zaman birlikte anılıyordu.
Peki biz?
Sen karanlık olamayacak kadar delikliydin Jungkook, ışığı içeri sızdırıyordun. Ben aydınlık olamayacak kadar kapalıydım, her gün pencerelerimin perdesini kapalı tutar asla açıp güneş ışığına girmesi için izin vermezdim. Ve bazen lambanı bile yakmazdım.
Çünkü karanlık en doğal aydınlıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bright, jeongguk
Fanfiction"Adın ne?" "Tae Hee," dedim uykulu bir sesle. Güldü. "Benimki de Jungkook." Biliyorum. ancillulaa [2018] ✓