“Günaydın bebeğim.” Saçlarımla oynayan el beni güne uyandırmıştı. Gözlerimi açtığımda dudaklarımdaki sıcaklık gözlerimin tekrar kapamama neden oldu. Bu, bugüne kadar yaşadığım en güzel uyanıştı. Kardeşimin servisinden çok daha iyiydi. Ya da annemin yaptığı ağır yemek kokusundan... Ona uykulu bir gülümseme veriyorken buldum kendimi. “Nasılsın?”
Nasıl mıyım?İki çocuğumla her an kapı dışarı edilecek gibi. Yatağının kenarına yüz dolar bırakılmış fahişe gibi. Doğum gününde arkadaşının, en çok istediğin hediyeyi almasını beklerken sana pişkince gülüp ‘Hep geç kalktığın için sana çalar saat aldım’ diyerek sana hediye vermesi gibi.
“İyiyim.” Eğer bu kelime olmasa başka hangi kalkan sahip olduğumuz acıları dış dünyaya karşı korurdu ki? İyiyim kelimesi döküldüğü her dudağa göre farklı anlamlar, farklı duygular taşırdı. İçerdiği anlamlar ise sadece söyleyende gizli kalırdı.
“Sevindim.” Telefonuna gelen sesle yataktan doğruldu ve komodine uzandı. Telefonu olduğunu bile fark etmemiştim. Numarasını alsam onunla iletişim kurabilir miydim? Telefonuna bakarak gülmesi içime tuhaf bir his düşürmüştü. Kimin attığı mesaja böyle gülebilirdi ki? “Chanyeol.” Sorumu cevaplayarak beni büyük bir dertten kurtarmıştı. Hatta bununla kalmayıp telefonu önüme uzatmıştı
[Dün gece uyuyabilmek için daha sessiz bir yere gitme kararı aldık. Bu sabahın baş başa tadını çıkartın. İyi yolculuklar Jongin.]
Ne yaparsam yapayım, ne kadar düşünmemeye çalışırsam çalışayım her şey bana onun gideceğini hatırlatıyordu. Mesajı okuyup telefonu ona geri verdim.
“Eksik olan şey ne diyordum bende!” gülerek yanıma geri uzandı. Ne olduğunu anlamadan kendimi oun kollarında buldum. Telefonun kamerasını açıp bize odakladı.
“Jongin ne yapıyorsun?”
“Özlediğimde bakabileceğim bir şeyler elde etmeye çalışıyorum. Gülümser misin?” bu süre zarfında zaten pek çok fotoğrafımızı çekmişti.
“Jongin çıplağız!”
“Seni belki de hep böyle hatırlamak isterinm?” pişkince sırıttığında yorganı boynuma kadar çektim. Büyük bir sevinçle kameraya gülümsüyordu ve bu beni de gülümsetmişti ister istemez. Telefonunu yeterince bizim fotoğrafımızla doldurduğunda çektiklerine bakmaya başladı.
“Ama ben bu fotoğrafları alamayacağım.” Dudak büzerek yorganı sıktım. Yaşadıklarımızın hayal olmadığını kavrayabilmem için bu fotoğraflar bana lazımdı. İletişim kurmaktan nefret eden biri olarak telefonumu kolaylıkla evde unutabilen biriydim. Jongin’in beni kaçırması bu lanet asosyal anlarımdan birine denk geldiği için tesadüf denilen şeyden ayrıca nefret ediyordum.
“Çıplak fotoğraflarıma bakıp rahatlama gibi bir şey yapmayı aklından bile geçirme.”
“İğrençsin. Ateşlendiğinde iğrençsin. Kustuğunda iğrençsin. İçtiğinde iğrençsin. Öpüştüğünde iğrençsin. Seviştiğinde iğrençsin!” kızgınlık birbiri ardına sıraladığım şeylerden daha fazla utanmıştım.
“Çok romantiksin.” Gülerek telefonunu kapatıp yatağın üstüne bıraktı. “Şimdi kalkalım ve birlikte kahvaltı yapalım” yataktan kalktığında kafamı çevirip ona bakmamaya çalıştım. Utangaç biri değildim, kesinlikle. Jongin’le tanışana kadar. Bu halime kıkırdayıp zevkle eğlendikten sonra odadaki dolaba yöneldi. Ona doğru dönerek dolabı inceleyen çıplak bedeni izledim. Kesinlikle böyle cinsel dürtülerim yoktu, sapık falan da değildim. Ama Jongin’in vücudu onu izlemem için yaratılmış gibiydi. “Sanırım bunlar olur.” Dolabından çıkarttıklarını yatağa getirip yanıma bıraktı. “Gömleğine verdiğim zarar için üzgünüm. Sanırım yeni bir tanesiyle ödeşebiliriz.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Coincidental Hostage
ФанфикTesadüflere inanır mısınız? Hayır mı? Peki, gecenin bir yarısı iki kişiyi öldürmekten aranan biri sizi rehin alırsa?