“Günaydın.” Gözlerimi soğuk havaya küfrederek açtığımda karşımda aşırı yakışıklı biz yüz duruyordu. Bugüne kadar kimsede görmediğim bir yüzdü bu. “Bisküvi ister misin?” o yakışıklı yüz elindeki paketi bana doğru uzattı.
“J-jongin?” yerimden uyku tulumunun izin verdiği ölçüde kalkıp Jongin’i aradım.
“Efendim?”
“S-sen... Jo... Jongin?”
“İyi misin? Üşüttün mü yoksa?” Jongin olduğunu iddia eden çocuk elini alnıma götürdüğünde hemen kendimi geri çektim. Havada kalan elini umursamazca yere indirip bisküvisini yemeye devam etti. Bileğime bağlı olan kelepçe olmasa onun Jongin olduğunu düşünemezdim. Geceden beri değişmiş olabilir miydi? Karanlıktan dolayı yüzünü tam göremediğimi hatırlıyorum ama o kadar da abartı bir karanlık değildi. Peki neden şimdi böyle olmuştu? Neden onu birden görünce farklı biri olarak algıladım. Hayalimdeki katil –ya da kaçak- profiline kesinlikle uymuyordu. Yüzüne düşen karanlıkla ve o an yaşadığım duygu değişimleri nedeniyle bunu fark edemediğime inanamıyordum. “İyi misin?” gömüldüğüm düşüncelerden beni geri çıkarmıştı.
“Çişim var.” Konuyu değiştirme isteğiyle aklıma gelen ilk şeyi söyledim. Ve aklıma gelen-geceden beri aslında aklımdan, pardon bedenimden- çıkmayan şeyi söyledim.
“Hiç söylemeyeceksin sandım.” Bir anda üzerime doğru eğilmesiyle kendimi geri çektim. Üstüme işemeyecekti herhalde? Peki öyleyse neden yaklaştı? Duyduğum fermuar sesiyle silkindim. Uyku tulumunun fermuarını açmıştı. Ondan kesinlikle korkuyordum. Bana zarar vermeyeceğine dair çeşitli teorilerim olsa da o bir katil olabilirdi ve bir katil en kötü şeyleri yapabilirdi. Bunun görünüşüyle alakası yoktu. 4 yıl boyunca bunun için okumamıştım herhalde? Şüpheler bizi sonuca götürürdü. Uyku tulumundan sıyrılmamla vücuduma değen soğuk titrememe neden oldu. Jongin beni gerisinden bırakarak merdivenlerden çıktı. Onu takip edip ardından bahçeye çıktım. Temiz hava ve parlak gök yüzü başımı döndürmüştü.
“Kar yağmış.” Etrafıma bakarak ağaçların üzerindeki güzel görüntüyü seyrettim.
“Manzaranın tadını işedikten sonra çıkarsak?” Ve aklımda dolaşan sorular... Nasıl işeyecektik? Nereye işeyecektik? “Önce mi işemek istersin sonra mı?” kafamı ona çevirdiğimde bana gülümseyen dişleri en az arkasındaki ağacın üzerindeki kar kadar beyazdı.
“Sonra.” Kanım çekilmişçesine cevap vermiştim. Bahçenin yüksek duvarına yaklaştığında tepki vermeden onu takip ettim. Bacağına değen elim kendime gelmeme neden olmuştu. “Ne yapıyorsun?”
“Fermuarımı çözmeden işeyemem?”
“Onu demiyorum.” Tamam belki de onu diyordum. “Amcamın duvarına mı işeyeceğiz?”
“Sığınak yapmayı akıl eden amcan oraya tuvalet koymayı da akıl etseydi bunu yapmazdık.” Kulaklarıma dolan su sesiyle dediklerimi zerre umursamadığını fark ettim. Günahkar olan oydu, şu an rehindim ve işenmek için zorlanıyordum. Amcam bu bahanemi kabul edebilirdi...
--
“Bence artık gidebiliriz. Polisler ortadan kaybolmuştur.” 3 saattir sığınağın içinde oturuyorduk ve sabahtan beri yaptığımız tek farklı iş işemek ve zehirlenme tehlikesini göze alarak bisküvi yemekti. Geçen gece hayatıma biraz farklılık katmak istiyorum derken uçurumdan atlamak gibi çılgınlıklardan bahsediyordum. Bozuk bisküvi yiyerek ölmeyi beklemeyi değil. Ne için şikayet ediyorsam? Zaten midesizin biriydim.
“Polisler hala mahallededir. İki sokak ilerlemeden yakalanırız.”
“Yakalanırız? Ben yakalanmam. Sen yakalanırsın. Ben kurtulurum.” Anlaması için öznelerin üzerine vurgu yaptım. Yaratmaya çalıştığı ‘biz’ duygusunu sikmek istiyordum. Lanet olsun ondan nefret ediyordum ve burada böyle boş boş oturdukça bu nefretim artıyordu. Kelepçelerden kurtulunca penisini kelepçeyle kıyıdaki teknelerin birine bağlamak istiyordum.
“Suç ortağım olduğunu söylemem için yeterince delil biriktirdim bence.”
“Neymiş o siktiğimin delilleri?”
“Beni amcanın evine getirmen bile onlardan biri.” Yutkundum. Nasılsa bana zarar vermeyecekti. Gerisi pekte umrumda değildi. Artık hayatı olduğu gibi kabullenip yaşama kararı almıştım. Bu kararı ne zaman aldım bilmiyordum. Ama bir ara tekrar vazgeçerdim nasılsa takılmadım.
“Peki ne yapacağız?”
“İnan hiç bilmiyorum. Ama yarın geceye kadar burada kalmamız lazım.”
“Hala gittiklerini düşünüyorum.”
“İki aydır onlardan kaçmayı başardım ve inan bu konuda bana güvenebilirsin.”
“İki aydır?! Lanet olsun. Sen gerçekten katilsin? Kaç kişiyi öldürdün? Neden böyle peşine düştüler? İki aydır bırakmadıklarına göre... Tanrım sen onlardansın! İnsanları kesip kolunu bacağını oraya buraya gömenlerdensin!”
“Bu yüzden artık sus ve onlardan biri olma.” Umursamazca arkasını yaslandı. “Ton balığı?”
“Sevmiyorum.”
“Ben de paylaşmak istemezdim zaten.” Kutuyu açıp kapağını kıvırıp kopardı ve kendine kaşık yaparak yemeye başladı. Bu durumdan rahatsız olan tek bendim anlaşılan? Ortama gayet iyi uyum sağlıyordu. 2 aydır onun bu şekilde yaşadığını düşündüm ve...
“En son ne zaman duş aldın?” tensel temastan nefret ediyordum ve onun pis olduğunu düşünmek beni diri diri bu sığınağa gömerdi.
“Hatırlamıyorum.” Umursamayarak balığını yemeye devam etti.
“Bütün yiyecekleri bir günde bitirirsen aç kalırız.”
“Daha 3 paket bisküvimiz var.”
“Aman ne güzel...” gözlerimi devirerek bacaklarımı kendime çektim. Üşümeye devam ediyordum ama en azından alışmıştım ve artık o kadar da korkutucu değildi. Sıkıntıdan uykum gelmeye başlamıştı ve gözlerimi kapatıp uykunun vücudumu sarmasına izin verdim.
---
Biraz kısa bir bölüm oldu farkındayım ama telafi edeceğim ^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Coincidental Hostage
FanfictionTesadüflere inanır mısınız? Hayır mı? Peki, gecenin bir yarısı iki kişiyi öldürmekten aranan biri sizi rehin alırsa?