XLI

60 5 0
                                    

Tutsaklığın Beşinci Günü

Milady zafere giden yolu yarılamış gibiydi ve bu başarı gücünü daha da artırıyordu.

Şu ana dek hep baştan çıkarılmaya hazır ve sarayda aldıkları soylu eğitimi yüzünden tuzağa düşürülmeleri daha kolay olan erkekleri yenmişti; Milady'nin vücudu da yüzü gibi karşı konamayacak kadar güzeldi ve zekâsı sayesinde kendisine karşı çevrilen entrikaları lehine döndürmekte hünerliydi.

Ama bu kez karşısında aldığı dini eğitim ve günah işleme korkusuyla aşk oyunlarına kapalı, yabanıl, duyarsız ve içine kapanık bir adam vardı. Dini konulara yoğunlaşmış beyninde öyle ayrıntılı planlar, öyle iddialı projeler vardı ki, boşluk hissiyle beslenen ve baştan çıkarmayla büyüyen aşka ve maddi zevklere hiç yer kalmıyordu. Milady sahte erdemlilik gösterileriyle kendisine karşı özenle tembihlenmiş bir adamı etkilemiş ve güzelliğiyle bu iffetli ve temiz adamın yüreğini ve duygularını kıpırdatmayı başarmıştı. Bu arada doğanın ve dinin karşısına çıkarabileceği en dirençli deneklerden birini etkilediği için o ana dek kendisinin bile bilmediği yetenekleri olduğunu fark etmişti.

Yine de gün boyunca birçok kez kaderinden ve kendisinden şüphelenmişti, bildiğimiz gibi Tanrı'ya yakarmak gibi bir alışkanlığı yoktu ama, buna karşı insan yaşamının her alanına hâkim olan kötülüğün gücüne inanıyordu, ona göre tıpkı bir Arap masalında söylendiği gibi, ahlaki erdemlerini yitirmiş bir dünyayı yeniden inşa etmek için bir nar tanesi yeterliydi.

Felton'ı karşılamak için iyi hazırlanan Milady, ayrıca ertesi gün için de planlar yapıyordu. Önünde iki günü olduğunu biliyordu, nakil emri Buckingham tarafından imzalandıktan sonra –ve Buckingham sahte isim kullanıldığı için sürgüne kimin gönderileceğini bilmediğinden bu emri kolayca imzalayacaktı– baron onu hemen gemiye bindirecekti, ayrıca sürgüne gönderilen kadınların çekiciliklerini, güzellikleri özgürlük güneşinin ışınlarıyla parıldayan, zekâları modanın çizgisiyle övülen ve büyülü ışıltıları aristokrasinin ufacık bir yansımasıyla alevlenen o sözde erdemli kadınlar kadar etkili bir şekilde kullanamadıklarını da biliyordu. Aşağılayıcı bir cezaya mahkûm edilmiş bir kadın olmak güzel olmaya engel değildi, yine de o koşullar altında yeniden güçlenmek çok zordu. Kendi gerçek değerinin farkında olan herkes gibi kişiliğine, yeteneklerine hangi ortamın daha uygun olduğunu biliyordu. Yoksulluktan iğreniyor, yoksunluklar onun gerçek gücünü göstermesini engelliyordu. Yalnızca kraliçelerin yanında kendini kraliçe gibi hisseden Milady'nin etkisi altına alacağı kişilerin belli bir seviyede olması gerekliydi. Alt tabakadan insanlara hükmetmekten hoşlanmıyor, hatta bunu alçaltıcı buluyordu.

Sürgünden geri döneceğinden bir an olsun kuşkulanmıyordu; ama bu sürgün ne kadar sürecekti? Milady gibi hareketli ve tutkulu bir kişilik için daha yükseklere çıkmasına yarayacak bir adım atmadan geçen her gün berbattı, daha aşağılara inmesine neden olan günler içinse bir sıfat bulabilmek çok güçtü! Bir yıl, iki yıl, üç yıl kaybetmek, mutlu ve muzaffer d'Artagnan'ın arkadaşlarıyla birlikte kraliçeye verdikleri hizmetlerin ödülünü aldıkları bir zamanda geri dönmek, Milady gibi bir kadın bu yıpratıcı düşüncelere katlanamazdı. Zaten içinde kopan fırtına, gücünü daha da artırıyordu ve bedeni bir an için zihninin boyutlarına ulaşsa hapishanesinin duvarlarını yıkabilirdi.

Dahası bütün bu felaketlerin ortasında canını sıkan bir diğer konu da kardinaldi. Her zaman şüpheci, endişeli ve güvensiz olan ve şu an için kendisinin yegâne koruyucusu ve destekçisi olmakla kalmayıp, gelecekte intikamını almasını sağlayacak tek kişi olan kardinal bu kadar zamandır sessiz kalması karşısında ne düşünecekti? Onu iyi tanıyordu, hiçbir sonuç getirmeyen bir yolculuğun ardından geri döndüğünde, gözetim altında tutulduğundan, çektiği acılardan söz etmesinin işe yaramayacağını, aşırı kuşkucu olan kardinalin gücünden ve dehasından aldığı o alaycı sükûnetiyle, "Yakalanmamanız gerekirdi," diyeceğini biliyordu.

Üç SilahşörlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin