Parfümünün kokusuyla tekrar başım dönmüştü. Ben, onun omzunda uykuya dalarken o, ninni gibi gelen sesiyle benimde çok sevdiğim şarkıyı söylemeye başladı.
Sabah uyandığımda hâlâ onun o güzel parfümünün etkisindeydim. Başım onun omzundaydı. Eli hâlâ saçlarımda...
Ben uyuyana kadar uyumamıştı muhtemelen. Burnu kıpkırmızıydı. Hasta olmuştu işte fırtına yüzünden. Her tarafı da tutulmuş olmalıydı. Bir de benim koca kafamı taşımıştı. Aishh sanırım Luhan'dan sonra bende kendimi dövmeliydim. Banyoya gitmeden önce birkaç dakika gözlerimin onun güzelliği ile dolmasına izin verdim. Daha sonra onu koltuğa yatırıp üzerini örttüm. Sadece biraz dinlenmeliydi.Lavaboda elimi yüzümü yıkayıp aynadaki rengi solmuş, içi kanlı ve şişmiş olan gözlere sahip, lekeli saçları olan adama baktım. Yüzüme ufak bir tebessüm yerleştirmeye çalıştım. O kadar eğreti duruyordu ki. Çünkü gülümsemem için sebep yoktu. Gerçek gülümsememi unutmak üzereydim. Bir de Yixing vardı tabii. Ne ara hayatıma girdiğini anlamadığım, bana kaderini bağlamış olan şu ölüm meleği. Benim neyimi sevdiğini düşündüm. Cevabım yoktu. Nasıl cesaret edipte bana kaderini bağlamıştı? Ona da cevabım yoktu. Peki onun yanında neden kalbim hızlı atıyordu. Gözlerimden 'işte ona bir cevabın var' dercesine bir parıltı geçmişti. Ancak kabul etmiyordum. Yerini bildiğim halde zihnimdeki o karışık odadan cevapları bulupta çıkaramıyordum. Çıkarmak istemiyordum. Sonuçlarından korkuyordum. Cevabın istediğim gibi olmamasından. Kötü olan şeylerle yüzleşmekten. Sadece cevaplara olabildiğince en uzak noktada oturmuş bekliyordum. Aynaya son bir bakış daha atıp lavabodan çıktım. Yixing uyanacak gibi görünmüyordu. Onu rahatsız etmeden dün gece bulduğum kitabı okumak için aşağı indim.
•••••
Yazanların şokuyla kitaptaki okuduğum sayfayı tekrar tekrar incelerken beynimde bir kaos ortamı vardı.
Daha bir saat önce kafamda tartıştığım sorunun cevabını bulmamla zihnimdeki odada çökmüştü. Tavanı yıkılmış, eşyaları kırılmış, duvarları çatlamıştı. Cevaba yürümemiştim, hâlâ uzakta oturuyordum. Bir melek getirmişti onu bana. Birde yıkılan odanın ortasındaki o narin ama ayakta kalmış çiçeği göstermişti. Yanıp sönen tozlu ampulün izin verdiği kadar görebildiğim kadarıyla çok güzel gri bir çiçekti. Bazı şeyler için geç kalmış olsamda yapabilirdim, yeniden toparlanabilirdim. Bunu gösteriyordu belki de.
Önceden buraya geldiğim zamanlardaki gibi, kendi köşemde okumuştum yazılanları, sorumun cevaplarını. Buraya kadar gelmiştim. Memnun muydum? Değilsem bile bunu değiştirebilir miydim? Bu sefer her şey benim elimdeydi. Kitaba damlayan gözyaşlarımı silerek kalın kapağı kapattım ve derin bir nefes aldım. Tekrar eski yerine koyduktan sonra yavaş yavaş bana doğru yaklaşan, son bir iki günde kendimi iyi hissetmemi sağlayan kişiye baktım. Yine kocaman gülümsüyordu, benim şaşırmış yüzümün aksine. Arkadaşları onun gülümsemesini benim kadar görmüş müydü emin değildim. Yanıma geldiğinde elindekine gözlerimi kocaman açarak tepki verebilmiştim.
Güzel gri bir çiçek.
Tıpkı hayalimdeki gibiydi. Dün geceki fırtına ve dışarıda çiseleyen yağmur sebebiyle üzerinde su damlacıkları kalmış ama rengi tam gri olmayan bir çiçekti bu. Biraz kızıl ve birazda griydi. Yakından bakınca net görülüyordu. Şimdi nerden çıkmıştı bu soğuk havada? Yixing'e soran gözlerle baktım. Yine anlamıştı ne demek istediğimi.
"Bu çiçeği biliyor musun Baekhyun?"
"Hayır. İlk defa görüyorum."
"O zaman hikayesini anlatmalıyım.
Derler ki bir zamanlar bir çiçeğin tohumu rüzgar sayesinde oradan oraya uçup durmuş. En sonunda bir dağın başına düşmüş. Hava soğumaya yakınmış ama hâlâ güneş kendini gösteriyormuş. Bu yüzden filizlenmesi kolay olmuş. Sürekli parlayan ve birazsa olsa ısısını onunla paylaşan güneşi çok seven filiz çiçek açmış. Ertesi gün ansızın yağan kar ile ne yapacağını şaşıran çiçek, ağlamaya başlamış. Güneş kendini göstermeyince köklerine inen karın rengini almış çiçeğin alt kısmı. Ertesi gün güneş doğarken tüm kızıllığıyla gözüküp daha sonra bulutların arkasına geçmiş ama çiçeğin sadece üst kısmı tekrar onu görebilirmiş artık. Böylece çiçeğin üzeri kızıl altı ise gri olmuş. Çiçek güneşin tekrar gelmesini beklemiş, beklemiş ama güneş geri gelmemiş. En sonunda dayanamayıp kendini karın soğukluğuna bırakmış. Yağan yağmurla birlikte renkleri birbirine karışmış ve en son halide böyle olmuş. Bu efsanenin adı Gri-Kızıl efsanesi."
Ben etkilenmiş bir şekilde onu dinlerken gözlerimin içine bakarak devam etti.
"Her ne kadar bir efsane olsada hazır buralardayken sana yılın sadece bu haftasında büyüyen bu çiçeği getirmek istedim. Şanslıyız ki henüz solmamış. Bir-iki günü kalmış olmalı. Eşsizdir. Tıpkı senin gibi. Kabul edeceğini düşünüyorum."
"B-ben ne diyeceğimi bilemiyorum Yixing. Bu kadar güzel bir çiçeği bana getirmen... Teşekkür ederim. Peki adı ne?"
"Adı yok. İsteyen istediği şekilde seslenebiliyor ona."
"Pat diye saçma sapan bir isim koymak istemiyorum o yüzden zamanı geldiğinde ona isim bulacağım."
Üst kata çıktık. Hâlâ bana bu kadar özel bir çiçeği getirdiği için kalbim deli gibi atıyordu. Bu çiçek... Saçma ama güzel bir şekilde bize benziyordu. Tarif edince güzel gelmeyebilirdi ama bu iki rengin böylesine birbirine yakışacağını düşünmezdim. Yanımda getirdiğim defterin arasına düzgünce yerleştirdim onu. Solduğunda bile benimle kalmalıydı. Üzerimde hissettiğim gözlerle, ne yaptığıma merakla bakan Yixing'e çevirdim kafamı. Ben ona dönünce hemen gözlerini kaçırmış başka bir şeyle ilgileniyor gibi yapmıştı. Sanki daha yeni gözümün içine bakıp "Eşsizdir. Tıpkı senin gibi" diyen kişi kendisi değildi. Ama ufacık sırıtışını bile ortaya çıkan gamzesi hemen her şeyi belli ediyordu. Sanırım çiçeği saklamam hoşuna gitmişti. Yanına gidip oturdum ve bu sefer ben, onun her gördüğümde hayran kaldığım saçlarına baktım.. Göz göze geldiğimizde benim bir şey söylememe gerek kalmadan anlayıp narin ellerini saçlarıma yerleştirdi. Gözlerimden ne dediğimi anlaması yetmezmiş gibi kendi gözleriyle de çok şey anlatıyordu. Ne söylemek istiyorsa hissettiyordu bana. Bazen söylemek istemediklerini bile. Hâlâ beni çok sıktığını düşünüp endişeleniyordu mesela. Beni gözleriyle bile incitmekten korkar gibi bakan birini sevmeye değerdi dimi? O sırada kalbimin acısı kendini belli ettiğinde, belkide bir şeye karar karar vermem gerekiyordu. Savaşmak ya da pes etmek. Bu zamana kadar hiç savaşmamıştım, sadece savaşıyor gibi yapmıştım. Hiçbir işe yaramamıştı elbette. Ona gitmesini söylerken şimdi benim bunu düşünmem yeterince saçmaydı zaten. Artık cevabı biliyor oluşumda kararımı değiştiremeyeceğim anlamına gelirdi. Acıtacak olsa bile umrumda değildi. Bile bile bir yanlışa göz yumuyordum ama artık o da umrumda değildi. Sadece bir kez olsun bende huzurlu hissetmek, mutlu olmak istiyordum. Sonucu kötü olacak olsa bile. Ve ben Byun Baekhyun, ilk defa kuralları çiğneyecek, tanrının bana iyi bir kader yazıp yazmadığıyla ilgilenmeyecektim. Zaten öyle bir kaderde yoktu.
Gözlerine bakamıyordum ama gelen deli cesaretiyle işaret parmağımı kalbinin üzerine yerleştirdim. Anlamış gibiydi sanki. Gözlerini kırpıştırdı. Ama gardımı bu kadar kolay düşüreceğimi de pek düşünmediği bariz ortadaydı. Kalbinin hızlanmasından belliydi. Ben bile böyle bir şeyi düşünmüyordumki. Nefesimi dışarı verirken ağzımdan kelimeler beklediğimden çok daha kolay dökülmüştü. "Zhang Yixing, şu andan itibaren ben Byun Baekhyun kaderimi seninkine bağlıyorum."
İçimdeki acı ve heyecanın harmanlanmasıyla nefesim kesilirken utançtan gözlerimi kapatmıştım. Yüzümün kıpkırmızı olduğuna yemin edebilirim. Gerçekten bunu söylemiş miydim? Ne tepki verdiğini görecek kadar bile cesaretim yoktu. Dudaklarımı ısırmaya başlamıştım ta ki soğuk bir el beni engelleyene kadar. Yavaşça gözlerimi açtım ama onun yüzüme santimetlerler kadar yakında olacağını hesaba katmamıştım. Kendimi bayılacak gibi hissediyordum. Zira bu kalp atışlarının sonu iyi değildi. Elini indirdi ve yavaşça yüzlerimiz arasındaki mesafeyi biraz daha kapattı. Bir elim Yixing'in omzuna beceriksizce tutunurken diğeri de koltuğun başlığına tutunmultu. Gözlerimi kapatıp olacakları beklemeye başladım. Dudağının sıcaklığını hissedebiliyordum. Dudakları benimkilerin üzerindeki yerini bulmadan önce söylediği tek şey "Teşekkür ederim" oldu.
Y/N: Aslında böyle bir bölüm yazmayı düşünmüyordum spontane gelişti. Ama sonunda çıvdırdım ağağağağa diye kkkkkkkk Sizi rahatsız eden bir şey olursa söyleyin lütfen düzeltirim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yuanfen • BaekXing [bitti]
Fanfiction"The fate between two people" Byun Baekhyun yaşam meleği, Zhang Yixing ölüm meleğiydi. Yixing kızılı severdi. En çok da Baekhyun'un lekeli kızıllarını. Bu kitabın tüm hakları Baekhyun'un kızılları arasında saklıdır