Ölüm.
Bulunduğumuz ev, semt, şehir, ülke, dünya. Her şey birbirinin bir alt kümesini oluşturmuyor muydu? Daha da fazlası bulunduğumuz gezegen, galaksiler.. Bir sürü, sonsuz gezegen varken. Bir başka Dünya olmadığını nerden bilebilirim? Ya bizden habersiz başka canlılar varsa? Ya biz onların 'uzaylısı' isek? Düşünüyorum. Düşünüyorum. Onca gezegenden sadece birindeyim. Bu gezegendeki milyarlarca insandan yalnızca biriyim. Birini sevdiğim için hayatın çok kötü olduğunu iddia eden biriyim? Ne kadar önemliyim? Ben ve dertlerim ne kadar önemli? Yarın bir gün ölsem ne değişecek şu dünyada? Bir kişi azalacak, yerine binlercesi gelecek. Sonunda toprağa karışıp gitmekten ötesini yapamazken ben neden şimdi her şeyin beni bu kadar derinden sarsmasına izin veriyorum? Ölüm. Ölümüm. Nasıl olacak acaba? Her zaman 'kendimi kesicem yeter artık' diyen ben kan kaybından ölürsem ne kadar trajedik olurdu değil mi? Ya da annemle bak şu arabanın altına atıcam kendimi dedikten sonra araba kazası geçirirsem? Acısızı lazım ölümün, bir anda her şey olup bitmeli. Hissetmemeliyim acıları beynimin her kıvrımında vücudumun her bir santimetrekaresinde. Fazla derinlerde ölüm. Beni geçtim, ya anneme bir şey olursa? O çok nefret ettiğim, geberip gitmesi için dualar ettiğim babama bir şey olursa? Ecem'?
Sık sık diyorum. Ölmek şu hayatı yaşamaktan çok daha anlamlı. İnsanların iki yüzlülüğünü görmüyorsun. Yalanlarını duymuyorsun. Üzemiyorlar, kıramıyorlar. Ölünce kıymetin daha da artıyor. Belirli zamanlarda geliyorlar başına, tüm samimiyetlerini toparlıyorlar sağdan soldan belki bir kaç damla suya hasretliğini giderip toprağını suluyorlar. Çiçekler bitişiyor üzerinde, kuşlar yanındaki sudan içip minnet duyuyorlar belki de. Belki sen yalnızca o çiçeğin üzerinde bitişmesi için öldün? Başka bir canlıya hayat vermek için burada yatıyorsun? Kim bilebilir. Mezar taşında yazıyor üç beş kelime, icabeten. Bayramlar seyranlar olmadan yanına gelenlerin değerini anca o zaman anlıyorsun. Sen o kara çukurdayken dışarıda gerçekten rahat duramayanları görüyorsun. Sahiden sevenleri, sevgini acını en derinden hissedenleri. Toprağını oralardaki çeşmelerden değil de gözyaşlarıyla sulayanları görüyorsun karşında belki de yalnızca o zaman diyorsun.
''Keşke şu an hayatta olsaydım da doya doya sarılsaydım onlara. Buradayım. Sizi her şeyden çok seviyorum. Diyebilseydim.''
Ölen insanların ruhu her yerde gezebilir diyorlar, ne kadar doğru bilemiyorum. Ama ben en çok beni üzen insanların başına gidebilmeyi isterdim. Beni bu kadar üzdün, ben gidince de umursamamaya devam edebiliyor musun? Bu kadar rahat devam edebiliyor musun hayatına? Ben orada yatarken sahiden hiç mi için sızlamıyor? diyebilmeyi isterdim.
Tabii ki her ölüm ardından sabretmeyi, alışkanlığı da getirir. Çoğu zaman 'unutmak' olarak kabul edilse de bu. Ölüm alışmaktır.Günler geçer, hiç geçmeyecek sandığında daha da sarar her bir yanını keder. Bir bakmışsın yıl olmuş, zaman geçiyor. O çok sevilen gitse de zaman yine geçiyor. Hayat devam ediyor.
Acıya, hüzne, yokluğa. Belki de hayatın boktanlığına alışmaktır ölüm. En zor anında sarılamamaktır gidene. Çoğu zaman sitem etmektir. Böylesine bırakıpta gitmek ne demek oluyor? Neden gittin? diye. Şimdi gitsem buralardan sonsuzlukta kaybolsam, kaç kişi önemser? Kaç kişi sahiden toprağımı gözyaşlarıyla ıslatır? Ölüm fazla acımasızdır.
İşin içinden çıkamıyordum. Gözlerim uyumam için sinyaller veriyordu.Daha fazla dayanamadım Usulca daldım uykuya.Şu merak kırıntıları döküldü zihnimin en ücra köşesinden;
Sahi, uyku küçük ölümdür derler doğru mu? Her gün ölüp ölüp diriliyor mu bu aciz bedenimiz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bu can sıkıntısı adamı öldürür.
Sonstigesçok mu çok sıkıcı dakikalar hayat üzerine anlamsız ince ayrıntılar. hiç mi boşluğa bakarken anlamsız serzenişlere girmedi beyniniz, kalbiniz? hıh işte o anlardan satırlar