Jimin ertesi sabah dairesinin önündeki arabasına bindi. Kabuslar her zaman onu kafası bulanık bir halde bırakır ve bir hapishanede ders vermeyi ne halt yemeye kabul ettiğini sorgulamasına neden olurdu.
Ders vermeye başlayalı bir aydan biraz daha fazla olmuştu. Bu iş, sadece kabusları geri getirmekle kalmamış, aynı zamanda annesiyle aralarında derin bir boşluk da oluşturmuştu. Onunla ilişkileri hep inişli çıkışlı olmuştu ama annesini arayıp Kim Hwangi'de çalışmaya başlayacağını söylediğinde çıkan tartışma, o zamana kadarkilerin en kötüsüydü. Karmaşık ve inatçı bir kadın olan Park Daeun, Jimin'in neden bu işi yapmaya ihtiyacı olduğunu asla anlayamayacaktı.
Jimin annesinin ve onun arkadaşlarının neden endişelendiğini anlayabiliyordu. Aralarında katil olmasa da hapishanedekilerin işledikleri suçlar yeteri kadar tedirgin ediciydi: mala zarar verme, araba hırsızlığı, uyuşturucu bulundurma ve kullanma. Ama Jimin, yapmak istediği işin bu olduğundan oldukça emindi. Çünkü içinde, derinlerde bir yerde, babasına verdiği söz yüreğini sızlatıyordu.
Bu sızıyı babası öldüğünden beri hissediyordu. Liseyi bitirdiği gün de, üniversitenin "Kore Edebiyatı" bölümünden mezun olduğunda da bu sızı oradaydı. Öğretmenlik, Jimin'in çocukluğundan beri yapmak istediği şeydi ve işin her saniyesinden zevk alıyordu.
Londra'ya ve Çin'e gidip özel okullarda öğretmenlik yapacak kadar şanslıydı ve mesleğine olan aşkı böylece daha da büyümüştü. Arkadaşlar edinmiş, farklı kültürler tanımış ve hiçbir zaman bitmeyecek değerli ilişkiler kurmuştu. Yine de içinde, derinlerde bir yerde, yılda milyarlar kazandıran okullarda çalışmanın, verdiği sözü yerine getirmekten çok uzak olduğunu biliyordu.
Yardım etmesi gereken yetenekli, şanslı ve çalışkan çocuklar değildi.
"Bazı şeyleri paylaşmak zorundayız, Jimin." demişti babası öldüğü gece.
Jimin şehir içindeki bir devlet okulunda işe girmeyi düşünmüştü ama bu seçenek de o durmak bilmeyen kaşıntıyı geçirmemişti.
Ancak bir hapishanede çalışmak bu ihtiyacını karşılayabilirdi.
Korkularına daha yakın olmak zorundaydı. Sonuçları ne olursa olsun, kanunları çiğneyip insanların hayatlarını tepe taklak ederken düşünme gereği duymayan erkeklere daha yakın olmak zorundaydı. Bir kişiyi böylesi davranışlarda bulunabilecek hale getiren sebebi anlaması için onlara daha yakın olmalıydı. Korkusundan da bu korkunun kökeninden de nefret ediyordu. Ama ne kadar korkarsa korksun, bununla doğrudan yüzleşmesi gerektiğini biliyordu.
Terapisti Jimin'in bu kararı karşısında kaygılanmış ve ona sürekli bu kararından memnun olup olmadığını sormuştu; bunun kendisi için doğru olup olmadığından emin miydi, eminse sebebi neydi? Terapist onu vazgeçirmek için annesinin endişelerini bile koz olarak kullanmıştı. Ama bu yalnızca Jimin'in verebileceği bir karardı, başka hiç kimsenin değil. Ve bu kararı bir kez verdiğinde geri dönüş yoktu. Sonuç ne olursa olsun, annesi ne söylerse söylesin, bunu yaşayacaktı çünkü Jimin bunun babası için ne anlama geleceğini biliyordu.
***
Kim Hwangi binası, Prison Break dizisinden fırlamış gibiydi. Gardiyanlar, tasmalarından tuttukları kocaman siyah köpeklerle hapishane duvarı boyunca yürüyerek nöbet tutuyordu, duvarların üstündeki caydırıcı dikenli teller gözetleme kulelerine kadar yükseliyordu.
Jimin, arabasını otoparkın kapısının önünde durdurdu ve görevlinin gelmesini bekledi. Görevli sessizce onun kimlik kartını aldıktan sonra muhafız binasının içinde kayboldu, kısa süre sonra geri döndü ve Jimin'i çalıştığı iç karartıcı binaya doğru yönlendirdi.
![](https://img.wattpad.com/cover/165718081-288-k202445.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wanna Be Your Man • Jikook
FanfictionHüküm giymiş Jeon Jungkook ve geçmişinin önemli bir detayı olan edebiyat öğretmeni Park Jimin'in hikayesi.