"Şerefsiz!"
"Şerefsiz oğlu şerefsiz!"
"Bok kafalı!"
"Bok çuvalı!"
"Kaltak!"
Jungkook hareket etmeyi bıraktı ve eğilmiş pozisyonundan doğrulurken, basket topunu durdurdu. Dişlerini sıkmış, yanakları kızarmış ve nefes nefese kalmış olan Namjoon'a doğru kafası karışmış bir şekilde tek kaşını kaldırdı Jungkook, onun büyük aptal suratında anladığını görene kadar en azından yirmi saniye boyunca ona baktı.
"Lanet olsun, ne bekliyorsun?" diye homurdandı Namjoon biraz daha dik dururken.
"Sen az önce bana kaltak mı dedin?"
Namjoon dimdik ayağa kalktı ve ona baktı. Burnunu çekti ve son kırk dakikadır hızla ve tehlikeli sayılabilecek bir şekilde basketbol oynayan diğer iki tutukluya baktı. İkisi de rahatsız bir şekilde ağırlıklarını bir ayağından diğerine kaydırıyordu. Namjoon, bakışlarını yeniden Jungkook'a çevirdi.
"Evet." diye cevap verdi, savunur gibi çenesini ileri doğru uzatarak. "Dedim. N'olmuş?"
Jungkook önce kaşlarını çattı, sonra sırıttı. "Emin olmak istedim," diye cevap verdi ve topu tutup Namjoon'un kafasının üzerinden, profesyonel bir basketbolcu gibi potaya smaçlayarak oyunu iki sayıyla kazanmalarını sağlayan ortağı Jackson'a attı.
"İŞTE BU!" diye kükredi Jungkook sıktığı yumruklarıyla. Jackson'un yanına koştu, onu sertçe boynundan yakaladı ve biraz da ayarsızca, el boğumlarını kafatasının kenarlarına sürttü. "ADAMIM!"
"Hile yaptın, pis herif!" diye bağırdı Namjoon parmağını ona doğru uzatarak. "Sen... Sen hile yaptın!"
Jungkook kahkaha attı ve rahatlamış görünen Jackson'ı serbest bıraktıktan sonra başını iki yana salladı. "Kaybederken itibarından, asaletinden de gitmesi hoş bir şey değil Kim." diye yorumda bulundu yavaşça ona doğru yürürken.
"Öyle mi?" diye sorguladı Namjoon, dilini sağ yanağına koyarak. "Belki itibarımı ve asaletimi yitirmiş olabilirim Jeon ama yumruğumu o üçkağıtçı yüzüne, ayağımı da kıçına geçirebilirim."
Jungkook adımını yarıda kesti ve Namjoon'un gözlerindeki ışıltıyı gördü. Birkaç saniye içinde Namjoon dev bedeniyle onun üzerine gelirken, Jungkook da şimşek gibi koşuyordu.
"Gel buraya alçak herif!" diye bağırdı Namjoon, hayretle bakan tutukluların ve gardiyanların arasında Jungkook'u kovalarken.
Jungkook zigzaglar çizerek onun elinden kurtulurken nefes nefese kalmıştı ama yüzündeki kocaman gülümsemeyi silemiyordu. Aniden gidecek yeri kalmadığını ve dev gibi biri üzerine doğru gelirken karşısında sadece tuğla bir duvar olduğunu fark edince yoğun mutluluğu ve kendini beğenmiş tatmin duygusu aniden yok oldu. Karşısına çıkıp teslim olduğunu bildirmek için döndü ama Namjoon boğuk bir sesle, bir fırtına gibi onun üzerine çullanırken, ciğerlerindeki tüm havanın çıktığını hissetti. O gözlerini korumaya ya da karşı koymaya fırsat bile bulamadan onu boynundan yakalayan Namjoon, inleyen ve topuklarını yere bastırarak karşı koymaya çalışan Jungkook'u sürükleyerek gardiyanların bile kahkahalar atarak dalga geçtiği sahanın ortasına getirdi.
"Namjoon," dedi Jungkook nefes nefese, boynunun etrafındaki ağaç gövdesi kalınlığındaki kolu çekiştirerek.
(A/N:Namjoon normalden çok daha iri ve yapılı, doksan kilo bir doksan boylarında.)"Ne dedin, duyamadım?" diye sordu Namjoon yüksek sesle. "Ben lanet olası 'hilecilerin' dilini konuşmuyorum. Daha açık konuşmak zorunda kalacaksın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wanna Be Your Man • Jikook
FanfictionHüküm giymiş Jeon Jungkook ve geçmişinin önemli bir detayı olan edebiyat öğretmeni Park Jimin'in hikayesi.