17 | Sen ve ben.

7.4K 735 286
                                    

Jimin gözlerini açtı ve aynı anda iki şeyden emin oldu. İlki, kendi yatağında değildi: Burası onun yatağı olamayacak kadar rahat ve büyüktü. İkincisi, yalnız değildi: Çok sıcak bir beden kendisine arkasından sıkıca sarılıyordu

Bakışlarını belinden kendisine sıkıca sarılan kaslı kolun üzerinde gezdirdi, sonra gözlerini hafifçe kaldırıp bu pürüzsüz deri üzerindeki siyah, gri ve kırmızı dövmelere baktı: Bir kartal, alevler ve sarmaşıklar güçlü kasların üzerini sarıyordu. Daha ileri gitmeden, bir önceki gecenin görüntüleri gözünün önünde yanıp sönmeye başlayınca gözlerini sımsıkı kapattı.

Bir manyak gibi davranmıştı. Kendini utanç verici bir duruma düşürmüş ve Jungkook'a bir kum torbası muamelesi yapmıştı. Aklını mı kaçırmıştı? Tanrım, sarhoşken bir taksiye atlayıp onun dairesine gelirken aklından ne geçiyordu?

Bu arada tüm gece boyunca ağzında zımpara kağıdı gibi bir tat vardı ve son üç günün çoğunda döktüğü yaşlardan dolayı yapışkan bir durumdaydı. Jungkook'un kendisini bu halde görmesine nasıl izin verebilmişti? Jungkook sessizce saçlarının arasına bir şeyler mırıldandığında Jimin, onun üzerinde azdığını, emdiğini, yaladığını ve kötü şeyler fısıldadığını hatırlayınca, bacaklarının arası hemen hareketlendi.

Tanrım. Neredeyse seks yapmışlardı!

Aptal, sarhoş kafasıyla Jungkook'un adresini öğrenmek için Minsung'u aradığında, bir taksiye bindiğinde planı da zaten buydu ama sorun değildi. Jimin o sırada düzgün düşünemiyordu. Eliyle yüzünü ovuşturdu ve Jungkook'un bileğini mümkün olduğunca nazik bir şekilde tutup belinden kaldırdı. Jungkook anında hızla tepki verdi. Kolunu yeniden ona doladı ve Jimin'in bedenini sertçe kendisine doğru çekti. Jimin onun kasıklarını kalçasına bastırdığını hissetti ve şaşkınlıkla ağzından çıkmak üzere olan inlemeyi önlemek için dudağını ısırdı.

Sertleşmiş miydi?

Jungkook ensesine doğru bir küfür mırıldandı. "Nereye gidiyorsun?" Nefesi ılıktı ve sesi uykudan dolayı boğuk çıkıyordu.

"Şey, banyoya."

Jungkook tutuşunu hemen gevşetmedi. Bunun yerine Jimin'in saçlarını kokladı ve kolunu çekip diğer tarafa dönmeden önce anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. Jimin soğuk hava bedenine çarptığında omuriliğinde hissettiği yoksunluk duygusunu görmezden gelmeye çalıştı ve içini çekerek yorganı açtı.

Yataktan kalkıp dairenin içinde dolanırken bacakları biraz titriyordu, dönüp yalnız bıraktığı adama bakacak cesareti yoktu. Kapıyı sessiz bir şekilde kapattı ve tok bir sesle alnını kapıya yasladı. Orada ne yapıyordu?

Tamam, bunun cevabı oldukça basitti. Büyükannesinin evinden çıktığı günden beri bedenini paramparça eden öfke ve kederi atabilmek için Jungkook'u bir ağlama duvarı ve potansiyel bir seks objesi olarak kullanmıştı. Busan'dan Seoul'e arabayı kesintisiz sürmüştü. Ve bunu devamlı olarak çalan telefonunu kaldırıma fırlatıp parçaladıktan sonra yapmıştı.

Neden annesi ya da Tiffany kendileriyle bir daha konuşmak isteyeceğini düşünmüşlerdi ki?

Jimin sendeleyerek bedenini kapıdan kaldırdı ve güzel mermer zemin, nefes kesici duşa bakarken, duvarda asılı olan büyük aynaya baktı. Yüce İsa... Bir ölü gibi görünüyordu. Yüzü hislerini olduğu gibi yansıtıyordu: yorgun, öfkeli ve yalnız.

Küvetin kenarına yaslandı. Hayır, diye düşündü. Haklı değildi. Yalnız değildi, Jungkook'un dairesinde olduğu gerçeği yalnız olmadığını kanıtlıyordu. Onu anlıyormuş, neye ihtiyacı olduğunu ve hatta ne istediğini biliyormuş gibi görünen tek kişi oydu. Onu başka hiç kimsenin anlamadığı ve onu hem heyecanlandıran hem de alarma geçiren bir şekilde anlıyordu.

Wanna Be Your Man • Jikook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin