Ryuu uyuşuk bedenine inat kıpırdandı yatakta. Gözlerini açtığında, bulunduğu yabancı ortamın hastane olduğunu anlaması uzun sürmedi. Saatlerce uyumuş gibi uyuşuk olan bedeni, ona olanları hatırlattı. Yatakta oturur pozisyonu alıp, içinde bulunduğu loş ışıkla aydınlanan küçük odayı inceledi. Tek kişilik sade bir odaydı. Yatağın yanına konulan küçük sehpa, minik dolap, televizyon ve refakatçi için konulan ikili koltuk dışında boş sayılabilecek bir odaydı. Gerçi oda küçük olduğu için daha fazla eşya istense de konulamazdı büyük ihtimalle. Ryuu’nun en çok dikkatini çeken ne odanın boşluğu, küçüklüğü ne de odanın insanı boğan havasızlığıydı. Gözlerini solunda kalan ikili koltuktan ayıramıyordu. Refakatçisinin olması gereken ama boş olan koltuktu dikkatini çeken. Yalnızdı odada. Kazuki yoktu yanında. Sinir bozucu yalnızlığından kaçmak için sarkıttı ayaklarını yataktan. Kendini yatağa bağlayan kablolardan bir çırpıda kurtuldu. Yan tarafında kalan dolapta kendine ait kıyafetleri aradı. Kırmızı lekelerle yeni bir tarza sahip olmuş kıyafetlerini alıp hızla giyindi. Bu hız beraberinde hafif baş dönmesi ve göz kararması da getirse de umursamadı. Bu ortama gereğinden fazla tahammül etmiş gibi sinirle soludu. Siniri boşlukta nefesiyle yayılırken sakinleşmeyi denemek yerine kapıya yöneldi. Beklediği, istediği bu değildi. Kazuki’nin ilk fırsatta yeniden kaçacağını düşünmüştü elbette ama bu şekilde gideceğine hiç ihtimal vermemişti. Onun tanıdığı Kazuki asla onun hasta ve acı çekerken ki haline dayanamazdı. İşte tamda buna dayanarak gideceğini, yalnız uyanacağını düşünmemişti. Tabi birde gözleri kapanmadan önce gördüğü Kazuki’nin telaşlı yüzü vardı. Acaba ona bir şey mi oldu diye düşünmeye başlamasına ramak kalmıştı yine. Bir arkadaşının söylediği sözler yankılandı kulaklarında.
‘Âşık insan sık sık kendini kandırır dostum sevdiğinin yaptıklarını mazur görmek için kendini aldatır.’ Kendini aldatmaktan korktu Ryuu. Baş etmenin en kolay yolu yüzleşmekken kaçmak istemedi. Yalnız uyandığı gerçeğine kılıf bulmak, aldanmak yerine yüzleşti. Acı acı soludu bu duyguyla aslında yüzleşmek pekte kolay sayılmazdı. Daha çok can yaktığı kesindi bir kere. Sadece tek avantajı insanı gerçekçi kıldığı ve gelecekte yaşayacağı hayal kırıklığından korumasıydı. Bu yalnızlık canını sıkıyordu her saniye daha da boğuluyordu. Kapının koluna elini koyup odayı süzdü hızla. İçerde bir şeylerini unutma ihtimaline karşı tekrar tekrar baktı. Yarı yoldan geri dönmek istemiyordu. Hastaneler den hep nefret ederdi zaten katlanamazdı o yoğun çaresizlik, umut, sabır, kaybediş duygularına. Her köşeden sızan bu duygular onu nefessiz bırakmaya yeterdi ki şimdi birde üzerine yapışan terk edilmişlik, yalnızlık duygusu da eşlik ediyordu bu duygulara. Odasından tek nefes daha alamayacak hale geldiğini anlayınca çıktı. Kırılmış gibi hissediyordu. Terk edilmişlik hissi omuzlarından dökülüp sanki geçtiği yollara saçılıyordu. Paramparça olmuş kalbini saklama çabasına girişmeden ilerliyordu gecenin ilerleyen saatlerinin kendini gösterdiği boş koridorda. Yolunu kaybetmiş gibi hissediyordu. Adımlarının sersem ritmi git gide hızlanırken etrafında olan hiç bir şeyi görmüyordu buğulanmaya başlayan gözleri. Beyni kendi dünyası içinde çelişmeye başlamış ve mağlup olmamak adına direnme güdüsünü ortaya çıkarmıştı. Kendini savunmak için savuracağı birkaç cümleyi sanki pratik yapar gibi döküyordu dudaklarından. Görenlerin, bilincini yitirdiğini sanması için yeterli malzemeyi sağlıyordu görünüşü. Belli belirsiz tekrarlanan sözcükleri durumunun vahimliğini ve duygularını sergiliyordu aslında.
-‘’ Sevdiğim için… Geç kaldığım için… Yeterince sevemedim, ona geç kaldım. Terk edilmedim. Ben vaz geçmeyi hiç öğrenmedim.’’ Her kelimeyi yaşıyor gibi durgun, vurgulu ve duygu dolu telaffuz ediyordu Ryuu. Yanından geçen doktor ve hemşireleri bile şaşırtan dalgınlığına rağmen sevdiğine adanmış birkaç kelime her cümlesinden sonra hınzırca fırlıyordu dudaklarından dışarı.
-‘’ Sevdiğim için Kazuki. Seni çok sevdiğim için.’’ Kendini mi ikna ediyordu yoksa hayaline giren bir Kazuki görüntüsüne mi meydan okuyordu belli değildi. Belki de sadece söylemediği söyleyemediği tüm zamanın telafisini boş koridora seslenerek çıkartmak istiyordu. Sandığı kadar boş olmayan koridorda dikkatleri üzerine çektiğinin farkında değildi. Aklında oynadıkları kedi fare oyununda ki kedi değil de fare olduğu ilk zamanlar vardı. Kovalayan değil de kaçanı oynadığı zamanlar. Sevilen taraf olmanın güzelliğiyle kutsandığı zamanlar. Üzerinden bir çağı aşkın zaman geçmiş gibi hissetti.
Koridorun sonunda koşuşturan insan kümesinden hiç birini görmeden ağır aksak adımlarla çıkışa ilerledi. Cebinde ne çıkışını gerçekleştirebileceği para ne de birini arayabileceği telefonu vardı. Evsiz gibi hissetmesi için çokta uğraşılmamıştı aslında gelişi güzel terk edilmişti anlaşılan. Kendine saldırı düzenler gibi olumsuz düşünceler üretip duran zihninin bu kadar hızlı çalışa biliyor olmasına normal zamanlarda memnun gülümseme bahşederken, şimdi sadece başına saplanan ağrının ve kalbinde düğümlenen duyguların mesuliyetini yükleyip atıyordu adımlarını. Tek başına geçtiği beyaz zeminin her adımında kendisine bırakılan ipucunu arar gibi ilerledi. Gratell’in kırıntılarını bulamasa da Kazuki’nin kokusunu duyumsadı burnu. Hayal gücünün seviye atlayıp kendini kandırmaya kokulardan saldırmaya başladığını ya da algısında sorun olduğunu düşündü. İçine umut tohumlarını dökerse saniye şaşmadan filizlenip kontrolünü kaybetmesini sağlayacağını biliyordu. Söz konusu Kazuki olunca sarsılacağından, etkileneceğinden emindi. Kafasına doğrultulan silaha kılını bile kıpırdatmazken zerre korkmaz panik nedir bilmezken Kazuki’nin kızaran gözleri ve gözlerinden süzülen bir damla yaşa nasıl da kapıldığını biliyordu çünkü. Onun olmadığı ve ondan vaz geçtiği bir hayat korkusuydu. Asla ondan uzak kalmayı kabul edememesi belki bencilliğinden olarak görülebilirdi ama ona göre bu aşktı. Her aşkın ifade şekli aynı olacak diye bir kural yoktu değil mi? Ryuu’nun aşkı kıskanç, bencil, tehlikeli bir ifade şekli bulmuştu kendine.
Acil kapısından karmaşadan yararlanıp çıktı sessizce. Aklında binlerce düşünceyle beraber attı adımlarını. Sanki yer çekimi daha bir basınçlı olmuş her adımda onu alaşağı etmeye çalışır gibi dibe çekiyormuş gibi hissediyordu. Kalbini deli gibi attıran bedenin kokusunu içine çekti. Bu kokudan şüphe etmesi imkânsızdı ama işte bir ihtimal… Oysa duyduğu koku öyle netti ki! Kazuki’nin terine karışan alışılmış parfümünün kokusu olduğuna emin şekilde gülümsedi. İstem dışı kapandı gözleri kokuyla. Bahçeye doğru yürümeye başladı gözlerini ayaklarına dikip. Eve gitmek ya da biraz gezinmek, aslında ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Biraz düşünmeye ihtiyacı vardı ve hastaneden uzaklaşmaya. Gözleri ayaklarından önüne döndüğünde uzaktaki iki bedeni fark etti.
-----------------------------(Ryuu)-----------------------------------
Ağır çekim bir birleşme sahnesinin sabırsız izleyicisi gibiydim. Yavaş hareket eden figürlere hız kazandırmak adına kendi adımlarımı hızlandırmıştım. Gözümün önündeki tanıdık iki bedenin bir birine sarılmasını istediğimden değildi tahammülsüzlüğüm dayanamadığım için… Güvensiz hissettiğim için… Beni sevdiğini bilsem de Kazuki’nin keçi inadı da bildiğim için korkuyordu bedenim. Benden kaçabilmek için kendine sığınacak yeni liman bulmuş olma ihtimali, tüm düşünme yetimin içine eden bir fikir sunup etkilerini toplamak için geri çekilen bir düşman gibi saldırıyordu. Fikirlerimle kendi kendime düşman kesilip, kendimi yenip, yıpratıyordum. Fiziksel olarak zarar veremediğim kendime saldırmak için bulduğum en iyi yöntem buydu. Tüm sinir sistemimi ve psikolojimi yıpratıyordum. Beynimin bilmem hangi hücresi sağ olsun (!) kendime karşı fiziki savaşta kazanamıyordum çünkü. Kendini koruma psikolojisine sahipmişim, ne büyük ironi. Eğer kendimi koruma gibi bir şeyi düşünseydim, en başta aşkı kendimden uzak tutmaz mıydım? Adını bilmediğim beyin hücrem beni korumak adına aşk denen zayıflık hastalığına karşı neden savunmazsız bırakmış ki beni?..
Önümde gerçekleşmekte olan sahneyi anlamlandıramadığım için belki de yüzleşemediğim için dondu kaldı bedenim. Manzaradan kaçabilmek için kendi beyin hücrelerimle kavgaya tutuşmaya çalıştığım gerçeğini es geçersek tükenme aşamasındaydım. Sınırlarımı test etmeye çalışır gibiyim. Oldukça sabırlı yanımı ona her dokunan, her gülümsediği insanla yitirmeye devam ediyorum. Üniversitedeki kız hala aklıma geliyor ve ona ne kadar acımasız olsam da daha fazlasını yapmadığım için kendi kendime kızıyorum. Kazuki’nin göğsünde uyuyan başını kopartmak istediğim gerçeğini ört pas edemiyorum. ‘Az bile yaptım’ diye kendimi desteklerken buluyorum. Aynı şeyleri tekrar yapmak benim için sorun değil aslında ama ya Kazuki benden nefret ederse şıkkı hep aklımda. Yıkılmaz özgüvenime sürekli darbe indirebilen tek insan olarak ödüllendirilmesi gerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dahi serseri
RomantikAşkın sadece romantik tarafını değil farklı yönlerini de incelemeye çalıştığım bazen romantik bazen komik bazen dramatik bir çalışma umarım beğenirsiniz. Bu arada yaoi'dir. Homofobikler lütfen okumayın hem benim hemde kendi sağlığınız için..