DÜNYA CUMHURİYETİ

72 28 1
                                    

Alarm sesi. Sabah. Gün doğumu. Sessizlik. Alarm sesi. UYAN!
    
Sessizlik bölündü. Alarm, bütün odanın içinde yankılanan sesiyle sirenleri andırıyordu. Odanın garip bir akustiği vardı ve her sese bire on katıyordu.  Nuh “Belki de alarmın sesini değiştirmenin zamanı geldi” diye düşündü. Gözlerini açtı. Bütün odaya serinlik hakimdi. Titretici bir serinlik. Oysa mevsimlerden yazdı. “Yalnız olan, evini ölüme peşkeş çeker” diyen ne kadar da haklı diye mırıldandı Nuh. Gözlerini etrafta dolaştırmaya başladı. Çok eşyası yoktu. Sadece bir yatak ve bir kitaplık. Duvarlar lacivert renkliydi. Dünya Cumhuriyeti’nin her C 2 mensubu vatandaşında olduğu gibi. Efsanelere göre Dünya Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk zamanlarda binalar yapılırken duvarların içlerinde kazıklar gizlenmiştir. Eğer Kutlu Soy yok olursa insanlar Naip tarafından evlerde toplanacak ve bu kazıklar herkesinin canını alacaktır. Sonrada Naip, bin yıl önce dövülen hayat    hançeriyle yaşamına son verecektir. Bu kıyıma dahil olmayacak tek kişinin Dehşet olacağı söylenir. Dehşet, uzaklara, çok uzaklara gidecek, kendi kanıyla insanlığın ilk topraklarını sulayacaktır. Böylece insanlık yeniden doğacaktır.
   
Nuh yataktan kalktığı gibi saate baktı. Dokuza on vardı. Naip’in konuşmasını kaçırmak üzere olduğunu görünce dehşete düştü.  Çünkü bu itaatsizliğin cezası ölümdü. A sınıfından da olsan, E sınıfından da olsan bu kural geçerliydi. Nuh, C sınıfı vatandaşlarının sahip olduğu ikinci odaya, Kutsal Salona, Gün Seremonisini dinlemek için ağır adımlarla yürümeye başladı. Kısa süreli bir konuşma ve sonrasında çalışma diye düşündü. Adımları gittikçe ağırlaşıyordu. Sanki her adımı onu geçmişe, mutlu olduğu çocukluk günlerine götürecek gibiydi. Acı duygusunun alınmadığı o günler ne güzeldi oysaki. Zamanı geri sarabilmek için neler vermezdi. Boş hayaller diye mırıldandı Nuh. Sadece boş hayaller. İçinde mutlu olamamanın utancını hissetti. Çünkü o bir elçiydi. Dünyanın kaderini değiştiren ana takımın bir mensubuydu. Altın çağı başlatan onun atalarının atalarıydı. Onlar bozuk sistemin yıkılışını sağlamışlar, Kurucu Ulu’nun övgü ve nişanına mazhar olmuşlardı. Sonraki dönemlerde geri plana atılmışlardı. Yaptıkları tek şey eğitmekti. İnsanları saçma sapan bir onur için –böyle düşünen sayılı kişidendi- eğitmek. Bu onur ve övgüyü hiçbir zaman elde edemeyecekler dedi Nuh. Hiçbir zaman.
      
Koltuğa oturdu ve sensörlerin onu tanıması için kendini metal yığının eline bıraktı. Dıııııııııııııt. Makine onu tanıdığı gibi önündeki ekran açıldı. Naip konuşmasına başlıyordu. Kim bilir hangi elçidaşım tarafından eğitilen biri bu Naip diye düşündü. Naipler, Dünya Cumhuriyeti’nin ilk zamanlarından beri A sınıfından doğar doğmaz seçilirdi. A 4 onların bölümüydü. Naip eğiten elçilerde özeldi elbette. Bu elçiler C 4 sınıfındandı ve ömürleri boyu eğittikleri tek vatandaş o olurdu. Naip’in sesiyle Nuh’un düşüncelerinden sıyrılması bir oldu:

“ Günaydın Dünya Cumhuriyeti’nin aziz vatandaşları! Kutlu Devletimizin her alanda ve manada lideri olan 12. Haşmetli Ulu’nun selamlarını size iletmekten şeref duyarım. Bugün günlerden 10 Gradnik –yani 10 Mart- ve bildiğiniz üzere yedi yüz seksen altı yıl önce bugün Kutlu Soyumuz başa geçti ve karanlıklar içinde boğulmuş dünyamız aydınlığa kavuştu!
       
Her yıl olduğu gibi öncelikle saf altından daha parlak olan tarihimizi anlatıp hatırlatmayı kendime bir borç bilirim. İnsanlık her birinizin ezbere bildiği gibi bundan on binlerce yıl önce Âdem babamızla vuku buldu. Tanrı ruhunu kutsasın. Sonrasında beşeriyet çoğaldı ve yüzyıllar boyunca medeniyet kuramadan helak olup gittiler. Medeniyet denen olgu önce Atlantis sonrasında da Mu kıtasında var oldu. Bu iki kıtanın varlığı sekiz yüzyıl öncesine kadar ilkel insanlar tarafından tartışılmaktaydı dostlarım! Oysa medeniyetin Mezopotamya da ki ırkdaşlarımızla başladığına inanmak saçmalıktan öte değildir! Atlantisli ve Mulu aydın insanların öğretileri Mezopotamya’yı ileriki dönemlerde cihanın merkezine taşımıştır. Ta ki bir zaman geldi ve nankörlük bu halkların hepsine diz çöktürdü. Özenle sakındığımız acıma duygusuna yenik düşen insanlar sonlarını hazırladılar. Sonrasında onlara ne oldu diye sorabilir Teminatlar –çocuk demek- . Onların merakını giderelim hep bir ağızdan!”

“Tanrı’nın gazabı onları kuşattı ve helak oldular!”

“Seslerinizi duyuyor gibiyim dostlarım. Şu an bütün Sistem hatta galaksimizin en ücra köşeleri bile bu sesle titredi!  İsterseniz uzun tarihimizin serüvenine devam edelim.

Az önce hep bir ağızdan haykırdığımız gibi helak olup gittiler. Tarih zaman ilerledikçe ayakta kalan milletlere merhametsizlik ve barbarlıkla saldırdı. Ancak her seferinde olduğu gibi ayağa kalkmasını bildik. Olympos Dağının tepesinde yanan olimpiyat ateşi bunun bariz göstergesidir. Bildiğiniz gibi beşeriyetin yüksek olduğu zamanlarda ateş barışın sembolüdür! Ateş şefkattir ama haysiyetsizliğin başladığı yerde cehennemin ta kendisidir! Sembolizm ile küçümsenemeyecek kadar önemlidir ateş. Ruhumuz onun is yapmayan dumanındandır diyebiliriz bile. İşte bu yüzden Cumhuriyetimizin bayrağında içinde alev yanan bir meşale vardır.

Cumhuriyet demiş iken dostlarım, bu kavram eskiden tam manasıyla sapkınlığın sembolüydü. Cumhuriyet eşitlik, sınırsız hak ve hürriyet demekti. Saçmalık! Hiç kimse birbiriyle eşit değildir. Bunun aksi iddia edilemez! Edenlerin sonu son hürriyetçi ve hümanistçiler gibi ya darağacıdır ya da sürgündür! F sınıfını belki de duymuşsunuzdur dostlarım. Ne kadar size efsanevi birer yaratıklarmış gibi anlatılsalar da gerçeklerdir. Onlar Kurucu Ulu’yu inkar etmiş kafirlerdir. Onlarda önceki nankörlerin tattığı gibi ateşin acımasız yüzünü gördüler! Tanrı’nın gazabı onları kuşattı ve helak oldular!”

“Tanrı’nın gazabı onları kuşattı ve helak oldular!”

“Neyse! Bugün onların adlarıyla kirletilemeyecek kadar özel değil mi dostlarım! Şunu da unutmayalım: Monarşi denen illette, Eski Dönem Cumhuriyeti de burjuvanın sergilediği, halkında oynadığı bir tiyatro oyunundan ibarettir. Gariban halk! Oysa onları düşünen kimse yoktu. Hiç kimse onları önemsemiyordu çünkü eşitlerdi (!). Evet, yanlış duymadınız onlara göre burjuva ve halk birbiriyle eşitti. Bu sisteme eninde sonunda ezilenler karşı çıkacaktı. Ve öylede oldu: Uzun bir üçüncü Dünya Savaşı’ndan sonra halk burjuvayı darmadağın etti! Bu zafer Kutlu Soyumuzun –özellikle Kurucu Ulu önderliğinde- elçiler diye adlandırılacak tabaka tarafından tam anlamda desteklenmesiyle rahatça kazanıldı. Selam size Elçiler!”

“Selam!”

“Dünya Cumhuriyeti’nden evvel burjuva, ezen kesimin kendisini nitelendirdiği bir kavramdı. Ancak devrimin yüzyıllar önce gerçekleştiği bugün, pek çok kavram gibi o da değişti. Bildiğiniz üzere Burjuva halk demektir ve övünülecek bir onur ifadesidir!”

“Onurlandır bizi 12. Haşmetli Ulu” Bu laftan gerçekten iğreniyordu Nuh. Hayat, bu kadar anlamsız olamazdı. Kutlu soy için doğ, yaşa, çalış ve öl. Oysa Kutlu Soy’un kutsallığını yine kendileri ilan etmişlerdi. Bu nasıl bir kutsallıktı ki üç semavi dinin kitaplarını okumak ve barındırmak yasaktı. Boşver, diye mırıldandı Nuh.  “Kural 1: mantık insanın harcı değildir.” On emrin bu maddesini düşündü. Onlara mantığın baş gösterdiği yerde felaketin yakın olduğu söylenmişti hep. Mantık, Tanrıya baş kaldırmak demekti. Hayır, hayır bunu yapmamalıyım diye tekrarladı. Asla.

“…Evet dostlarım! Ecdadımız ne kadar bataklığa battıysa da her zaman çıkmasını bilmiştir. Binlerce yıldır her millette bulunan aydınların özlemle beklediği Altın Çağ’da yaşayan vatandaşlar olduğumuz için mutluluğumu dile getirmek isterim. Ruhunuzdaki dumanın sizi aydınlatması dileğiyle dostlarım,  Geçiş Seremonisinde görüşünceye dek 12. Haşmetli Ulu’nun ruhu için çalışın, çalışın, çalışın!”

Gün Seremonisi bitmişti. Nuh, bedeninde fazlasıyla bir yorgunluk hissediyordu. Hayır, yorgunluk değildi bu. Üstüne her sabah çöken vicdanın ta kendisiydi. “Kural 2: İrade, akılla zıt kavramlardır.” dedi Nuh. Çocukluğunda öğretilen on emirden bir maddeydi bu. Dediklerine göre bu emirler Musa Peygambere Tanrı tarafından indirilmişti. Eğer insan bu maddelere uyarsa ileride muzaffer olacağına inanılıyordu. Evet, dedi “Evet, inanmaktan başka çarem yok bunlara.”

Kurgunun devamına Saythek arkadaşımızın profilinden ulaşabilirsiniz...

İyi okumalar.

Gönüllü Elçiler  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin