-3-

33 3 2
                                    

Tam yarım saattir Kutsay'ın tepesine atlayan kızın ona olan cilvelerini izliyorduk. Mısra ile kollarımızı göğsümüzde birleştirmiş dik dik bakmakla yetiniyorduk sadece. Barlas da pek memnun durmuyordu hâlinden. Adının Aden olduğunu öğrendiğimiz kız Barlas'ın kuzeniymiş. Kıskanması gayet doğal oluyordu bu durumda. Ama benim canımı sıkan Kutsay halinden memnun gibi bir hali vardı. Aden'in de Kutsayı bırakma gibi bir niyeti yoktu. Bende hafiften tırlatmak üzereydim. Kutsay'ı alıp göğsüme sokasım, Aden'i ise Mısraya havale edesim geliyordu. Barlas'ın boğazını kuvvetli bir şekilde temizlemesi beni keskin düşüncelerimden ayırıp içime sular serpmeye yetti. Aden mesajı almış gibi Kutsaydan ayrıldı. Kutsay Barlas'a boş boş bakmakla yetiniyordu. Daha demin ne demiştim ben Kutsay'ı içime sokmak istediğimi mi? Orayı unutun ağzına kürekle vurasım var. Yanımdan oflama sesi gelince tüm gözler Mısraya döndü. Mısra şirince gülümseyip ellerini poşetlerle birlikte yukarı kaldırdı. "Şey.. Bunları koysak mı artık?" Barlas kafasını sallayıp Mısra ile birlikte arabaya yöneldiler. Kafamı Adene çevirdim. Gözlerinde ki sinsi bakışları yanından beş yaşında ki çocuk geçse anlayabilirdi. Mısra ve Barlas'a doğru bakıyordu. Ama bu bakışlar masum değildi. Gözlerimi kısıp hareketlerini izlemeye başladım. Aden'in hareketlerinde gariplik vardı. Bu düşüncelerim hayra alâmet olduklarını da sanmıyordum. Mısralar ellerinde ki poşetleri arabaya yerleştirip ellerini birbirlerine sürtürek bize doğru adımladılar. Ellerimi kaldırıp Mısra'nın ellerini tuttum. Poşetlerin tutma yerleri parmak boğumlarını kıpkırmızı yapmıştı. Aden'in cilveleşmesine o kadar dalmıştık ki poşetler sonra aklımıza gelmişti. Yani Mısra'nın aklına. Baş parmaklarımla iki elinin parmak boğumlarını hafifçe ovmaya başladım. Bu acıyı biliyordum. Ki Mısra'nın parmağına ufacık bir kıymık batsa bile aynı tutumu gösterirdim. Mısradan arada kısık sesle inleme sesleri gelince ellerini bırakıp yanağına hızlı kocaman bir öpücük kondurdum. Kafamızı karşımızdaki üçlüye çevirince bize sırıtarak baktıklarını gördük. Tabi bir kişi hariç. Sinsi kızımız Aden. Bize yapmacık bir gülüş bırakıp ellerini çırptı. "Neyse. Eee Barlascığım ne yapıyorsun?" Sizde -cığım ekini duydunuz mu? Ya da şöyle sorayım. Mısra ve benim kulaklarımdan akan kanı görüyor musunuz? Yüzüm uzaylı görmüş köylü gibi olduğuna emindim. Mısra'nın da benden farksız olmadığını biliyordum. Barlas yavaş çekimdeymiş gibi gözlerini ağır ağır açıp kapattı. Kafasını Adene çevirip zorla gülümsedi. "İyi Aden bacım. Sen ne yapıyorsun?" Biz gülmemek için dudaklarımızı ısırırken Adenin bozulduğunu çok rahatlıkla görebiliyordum. Ağzını kıpırdatıp kısık sesle mırıldandı ama ne dediğini duyamadım. "İyi bende sizi gördüm bir geleyim dedim. İyi yapmışım dimi?" Kutsay da konuşmaya dahil olunca Mısraya yaslanıp sıkıcı konuşmanın bitmesini ve bu kızın buradan Marsa çıkmasını diledim. Sonunda konuşma bitti. Aden Marsa ayak basmasa da yanımızdan ayrıldı ve arkadaşlarının yanına gitti. Bu elbiseyle fazla dikkat çekiyordum ve artık rahatsız olmaya başlamıştım. Yerimde kıpırdanıp sözü elime aldım. "Şey.. Poşetler için teşekkür ederiz. Gitsek iyi olur." Kutsay kolunu kaldırıp şık saatine baktı. "Tamam hanımlar. Saar akşama geliyor. Ortalıkta böyle dolaşmasanız daha iyi." Kafasını saatinden kaldırıp bana baktı ve gülümsedi. Bende ona karşılık verip kafamı salladım. "Kızlar size asla red edemeyeceğiniz bir teklifim var desem?" Göz ucuyla Mısraya baktım. Mısra'nın en sevdiği şeylerden bir tanesi de bunun gibi teklifleri merak etmekti. Mısra hareketlenmeye başlayınca kıkırdadım. Mısra saçını düzeltti. "Ayy! Neymiş o teklif? Ben merak ederim." Barlas Mısra'nın heyecanına başını hafiften arkaya atıp kısa süren kahkahadan attı. "İlerleyen saatlerde karaoke yapsak? Hanımlar için sıkıntı yoksa?" Mısra hızla bana dönüp kafasını yana yatırdı. Yalvaran bakışlarının hedefi ben olurken gülümseyip kafamı olumlu yönde salladım. "Neden olmasın?" Kutsay da konuşmayı ele aldı. "O zaman saat 10:00'da Gül Karaoke'de görüşürüz hanımlar." Onlar arkalarını dönüp giderlerken bizde ellerimizi salladık ve arabaya bindik.

"Dolunay! Hazırlanmaya eve gidip geliyorum. Kapının önüne geldiğimde hazır olmuş ol lütfen. Geç kalmak istemiyorum." Yanağına yapıştım ve sevmediği sulu öpücüklerimden kondurdum.  "Merak etme Mısra. Hadi git artık." O bir eliyle alev çıkarmak istercesine yanağına sürterken diğer eliyle el sallayıp kapıdan çıktı. Arkasından balkona çıkıp o gidene kadar baktım. Arabayı çalıştırıp lastikler yolda çığlık atarak ilerlemeye başlayınca içeriye geçtim. Teklifi kabul edip dağıldıktan sonra Mısra ile bize gelmiş ve kısa süren bir makarna yeme seansı geçirmiştik. Ne zaman birbirimize gitsek ve ya birbirimizde kalmaya kalkışsak makarna yerdik. Hiç bir zaman da bıkmadık. Bunun sebebi ikimizin de farklı yemek yapmaya üşenmesiydi. Mısra her yemeği yapabiliyordu. Yetenekli bir kızdı ama ben tam tersiydim. Yemek yapmayı beceremez sakarlıkta master yapmıştım. Biraz daha oyalanarak yavaştan hazırlanmaya başladım. Sarı saçlarımın uçlarını dalgalandırarak omuzlarımdan aşağı bıraktım. Hoş duruyordum. Duvarda ki saate baktığım da saatin ona yaklaşmış olduğunu gördüm. Mısra birazdan kapının önüne damlardı. Siyah kotumu üstüne çok açık kahverengi aslında v yaka olan ama omuzlarımdan dökülen, fazla kalın olmayan bir kazak giydim. Geceye doğru hava serinleşiyordu. Ceket giymemek için böyle bir yöntem bulmuştum. Küçük şirin bir siyah sırt çantası tek omzuma taktım. Çantamın içine telefonumu,cüzdanımı ve ev anahtarını attıktan sonra hazırdım. Mısrayı dışarıda beklememin sorun olmayacağını düşünerek ayakkabılarımı giydim ve zorla açılan dış kapıdan çıktım. Çıkarken debelenip güç sarf ettiğim için soluk soluğa kalmıştım. Kim böyle bir kapı koyardı ki! Yavaş adımlarla kaldırım sonuna gelip Mısrayı beklemeye başladım. Kafamı sola doğru hafif çevirdiğimde dona kaldım. Beynim tüm işlevini yitirmişti. Sadece karşı kaldırımda gördüğüm anneme odaklamıştım. İstemsizce ona doğru adımladım. Kafamı sallayıp kendime geldim ve yola baktım. Onu bulmuşken dalgınlığıma gelip kaybetmek istemiyordum. Aklımda yek bir soru vardı. Nasıl? Şu an ona doğru yürüdüğüm kişinin burada olması imkansızdı. Karşı kaldırıma geçtiğimde bana bakmayı kesip önüne döndü ve ilerlemeye başladı. Bende onu takip ettim. Yazın son yağmurları da üzerimize çiliştirmeye başladı. Gökyüzü içimde ki hüzünü biliyordu. Yanağımda ki yaşlar anlaşılmasın diye benimle ağlıyordu. On-on beş dakika boyunca yürüdük. Yanımızda ki binalar yavaş yavaş eksilmeye başladı ve birer birer bittiler. Arkasını dönüp son bir kez bana baktı ve mezarlıktan içeri girdi. Burası o mezarlıktı. Ailemin yattığı mezarlık. Yaşlarım hızlanırken yağmur da bastırmaya başlamıştı. Islanıyordum ama önemli değildi. Ailemi uzun zamandır ziyaret etmiyordum. Beni özlemiş olmalılar. Islanmaktan ağırlaşmış kazağımın kollarını ile gözlerimi sildim. Yenilerinin yerini alması uzun sürmedi. Hızla mezarlıktan içeri girdim ve yattıkları mezarı buldum. Üstümün çamur olmasını umursamadan ortalarına oturdum. Ellerimi mermerlerinin üzerine koyarak gülümsedim. "Babacım böyle giyindim diye kızacaksın bana biliyorum. Kaşlarını çatmış bana bakıyorsundur şu an. Tek parmağın havada "Çabuk değiştir üstünü bakacaklar sana katliam çıkarmak istemiyorum." der sonra da gözlerimde ki hüzünü görünce "bir tane kızım" demeyi de ihmal etmezdin. Başımı anneme çevirdim. Annem sende "Bülent kızımız büyüyünce ne yapacaksın çok merak ediyorum." derdin. "Eğer şimdi gelip giydiklerime karışırsanız gıkımı çıkarmayacağım. Söz veriyorum." Hıçkırdım. "Yoruldum baba, anne. Babam, annem." Gözlerim artık bulanık görse bile umursamadım konuşmaya ve hıçkırarak ağlamaya devam ettim. "Hâlâ salıncakta sallanıyorum biliyor musunuz? Belki birden hızlanır arkama döndüğümde beni sallayanın siz olduğunu görürüm diye." Kafamı iki yöne salladım. "Bindiğim salıncak hiç hızlanmadı." Dizlerimi kendime çektim ve kollarımla sardım. Başımı dizlerime gömüp içimdeki herşeyi kusarcasına ağladım. Haykırışlarım sessiz iç çekişlere dönünce bilmem kaçıncı kez çalan telefonumu çantamdan çıkardım. Ekranda yabancı numara vardı. Titreyen elimle aramayı cevaplayıp kulağıma koydum. Bildirim panelimde gözüken cevapsız çağrı ve mesaj işaretleri de gözüme çarpmıştı. "Alo! Dolunay benim Kutsay. İyi misin? Neden cevap vermiyorsun telefonlara? Mera..." Hıçkırdım. "İyiyim.. Beni almaya gelir misin? Kabristana." Kısa süren sessizlik ve sessizliği bozan telefonun kapandığını belli eden 'dıt dıt' sesi.

Yeni bölüm geldi! Doluşun buraya :)
Biraz beklettiğimi biliyorum ve affınıza sığınıyorum. İçime sinmediği için silip tekrar yazdığım bir bölüm oldu. Ve en uzun bölüm :d. Vote ve yorumunuzu ihmal etmeyin lütfen. Bir daha ki bölümde görüşmek üzere!

Gül GüzeliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin