Bağzıları -Zaten Kırılmış Bir KızsınAcı, işte beni tanımlayan tek kelime. Çocukluğumdan bu yana içimde olan tek duygu. Sonsuz ve baki hiç bitmeyecek gibi. Acı benim çocukluğum, acı benim bugünüm, acı benim geçmişim, "acı benim."
O günden sonra 1 hafta geçmişti. Karşıma bir kaç kere çıktı ama umurumda değildi. Kendi kafamdakilerle baş edemezken başkasını alamazdım. Okuldan çıktım ve eve doğru yürümeye başladım. Her şey normaldi.
Eve girdiğimde annemin işte olması gerekirken mutfakta babamla bir şey konuştuklarını fark ettim. Onları dinlemek gibi bir amacım yoktu ama ismimi andıklarını duyduğum da istemeyerek de olsa kulak kabarttım.
"O adamın şuan elini kolunu sallaya sallaya gezebilmesi beni çıldırtıyor"
annemin kurduğu bu cümleye bir anlam veremedim. Neyden bahsediyordu? Düşündüğüm şey gerçek olamazdı değil mi?
"Ben Selim Özbek'sem o adamı tekrar o deliğe tıkarım. O şerefsizin dışarıda dolanmasına izin vermem." babamın cümlesiyle ellerim titremeye başladı. Doğru mu duymuştum? Kulaklarım da uğultudan başka bir şey olmadığı için konuşmanın geri kalanını dinleyemedim.
Nasıl yere çöktüğümü veya ne zaman ağlamaya başladığımı bilmiyorum ama gözyaşlarım benden habersiz düşüyordu gözlerimden. Dudaklarımdan "olamaz" diye bir haykırış koptu. Kendim bile duymamıştım sesimi. 6 yaşında küçük bir kız çocuğundan ne istemişti ki ? O günü, çektiğim acıyı, küçük vücudumun sızlayışını, o adamın bana dokunduğu her anı, her şeyiyle beraber hissediyordum. Keşke unutabilsem ama aklımdan çıkmıyordu. Her gözümü kapattığımda, her uykumda beni buluyordu o anlar. Neydi şimdi bu? O adam serbest mi kalmıştı, bu muydu? Benim bir ömür boyunca hapis kaldığım hayatı o adam cezasını çekip bitirmiş miydi? Gözlerim karardı her şey paramparçaydı. Annemler orada olduğumu fark etmişlerdi. Yanıma geldiklerinde eğer bugün burada duymasam bana asla söylemeyeceklerinden emindim. Ağlıyordum, deli gibi hıçkırıyordum. Ellerim titriyor vücudum benden izinsiz çırpınıyordu, kendimi kaybetmiştim. Vücudum karanlığa doğru düşmeye başlamıştı.
Kendime geldiğimde odamdaydım. Büyük ihtimalle bayılmıştım. Annem yatağımın yanındaki koltukta beni izliyordu. Ayıldığımı fark etmiş olacak ki, yavaşça yatağıma doğru uzandı ve beni yanaklarımdan sıkıca öptü. Hala duyduklarımın şokundaydım ama zihnim şuan bir şey düşünmeyi reddediyor gibiydi. Hiç bir şey düşünmüyordum. Sadece bomboş bir duygu hakimdi zihnime. Başımda bitmek bilmeyen bir ağrı vardı. "Merak etme kızım, o adamın sana zarar vermesini geç, 50 metre yanına bile yaklaşmaz. Kendini yorma hadi uyumaya devam et. Bende sana güzel bir papatya çayı yaptırayım." Anneme cevap vermek istedim ama öyle güçsüzdüm ki ne ağzımı açıp tek kelime edecek, ne de gözlerimden bir damla yaş akıtacak halim yoktu. Bu olaydan sonra annem dinlenmem için 2 gün okula gitmemem de ısrar etti. Onu kırmadım. İki gün evden dışarı tek bir adım atmadım, odamda, yatağımda boş duvara bakarak çürüttüm zamanlarımı. Aklım kabul etmiyordu yaşadıklarımı. Ertesi sabah uykusuzluktan ve ağlamaktan şişmiş gözlerle uyandım. Gözlerim acıyordu ve acıyı arttırmak ister gibi daha da sıkı kapattım gözlerimi. Hiç bir şey yapasım yoktu ama biliyordum ki bu hayata karşı bir sorumluluğum vardı ve onu yerine getirmem gerekiyordu. Yatağımdan kalktım okulun başlamasına 2 saat vardı. Kısa bir duşa girdim, saçlarımı kuruttum ve kısa saçlarımı açık bıraktım. Saçlarımdan gelen vanilyalı şampuan kokusu her zaman huzurla doldururdu içimi ama şuan acıdan başka bir his hissedeceğimi yoktu. Göz altlarım için her zaman kullandığım pudradan sürdüm ve evden çıktım. Ders aklımı dağıtmam için bir fırsattı bana. Hiç bir şey düşünmemeye çalışarak sadece öğretmene odaklandım. Okul bittiğinde düne kıyasla daha iyiydim ama o adamın serbest olma düşüncesi beni ürpertiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
Подростковая литератураBir kadın düşünün kendini bildi bileli acıyı tatmış ve bir adam düşünün kendini bildi bileli acıyı seçmiş. Zihninin karanlığına sıkışmış bir kadın ve o karanlığa ait bir adam, Sinem Özbek ve Kerem Gençoğlu. Sinem yaşadığı acılarla büyümüş küçük bir...