Betül kitaplarını çantasına intikam alırcasına hırsla doldururken bir yandanda Gamze'ye içini döküyordu. "Tanımam gereken biri misin miş! Sinirlerim tepeme çıktı resmen. Bir de adın ne diye sorması yok mu?"
Gamze "Eee söyledin mi bari adını?" diye merakla sorunca elinde kalan son kitabı masanın üzerine bırakıp, kalçasını masaya yasladı.
"Yok ya...Söylemedim. Tanıman gerek biri değilim dedim." Gamze hayretle kendisine bakınca ekledi: "Ne yapsaydım? Önce beni tanımaya layık görmediğini söyleyip sonra adımı soran birine papağan gibi ötse miydim?"
"Tanımam gereken biri misin cümlesinden bu anlamı çıkarabilecek nadir insanlardansın biliyorsun değil mi? Bu fırsatı nasıl kaçırırsın Betül ya? İnanamıyorum sana yani!" Betül durup o anı düşündü ilk kez. Yanlış mı anlamıştı yani? Hem yanlış anlamasa ne olacaktı ki? Mete'ye ilanı aşk edip ona çıkma teklifi falan mı edecekti? Mete kabul etmezse de büyüyle kendine bağlardı. Sonra da ver elini ilk aşk...
"Bende sana inanamıyorum Gamze. Fırsatçı bir tipe mi benziyorum oradan bakınca?" dedi doğrulurken. İçini de yiyip bitiren o ikilem olmasaydı şuan kendinden daha emin konuşabilirdi. Acaba adını ve sınıfını söyleyip onunla tanışsa mıydı? Yoksa aldığı tavır yerinde mi olmuştu. Bunları düşünmek için artık çok geçti.
Gamze oflayarak en arkadaki sıralarından kalktı. Bütün sınıf neredeyse dağılmıştı. Onları dinleyen kimse olmadığına emindi. Çantasını tek omzuna geçirerek cebinden aynasını çıkarırken "Öyle mi dedim ben? Yani tanışsaydınız en azından bir şansın olurdu." dedi. Ayna da açık kumral saçlarını gelişi güzel kontrol ettikten sonra "Ben olsam söylerdim" diye devam etti. O an Betül'ün içine garip bir pişmanlık dalgası yayıldı. Galiba Gamze haklıydı. Söylese ne kaybederdi ki sanki? Hep bu gururu ve duygusallığın dibine vurmuş kalbi yüzünden oluyordu olanlar.
Aşk mantıklı düşünememek, kalbinin sesini dinleyip peşinden gitmek demekti. Aşk beynin iflası, kalbin atışıydı. Ve aşk konuşunca, her şey sessiz kalmaya mahkumdu.
***
Ertesi gün genç kız mp3'ünün sesini son ayar açarak kulaklıklarını takmış, koridorda dalgınca yürüyordu. Müzik dinlerken kendini başka bir dünyada, başka bir hayatı yaşıyormuş gibi hissediyordu. Müzik onu dünyadan soyutlayan yegane şeydi.
Dinlediği şarkının sözleri biraz müstehcen gibi gelse de değiştirmedi. Önemli olan ritmin verdiği duygulardı. Sadece dudaklarını kımıldatacak şekilde şarkıyı mırıldanmaya başladı.
"Ben hep senin olucam. Çok çok yanıcam. Gözlerine bakıcam. Aşkımdan utanıcam. Yar beni yak. Dudaklarından bana hayat ver. Sıcak soluğundan.Yar beni yak!"
O esna da önüne geçen biri yüzünden durmak zorunda kaldı. Eğmiş olduğu başını kaldırmadan yüzüne bile bakmadığı, kim olduğunu bilmediği kişinin yanından umarsızca geçmeye çalıştı. Fakat bu girişimi önünde dikilen kişinin tekrar önünü kapatmasıyla başarısızlıkla sonuçlandı. Bu sefer sol taraftan geçmeye çalışıp adımını attığı sırada kulaklıkları çıkarılınca afallayarak başını kaldırdı.
"Ya mayyak mısın oğlum? Deli misin divane misin? Çekil git ya...Benim başımı belaya mı sokacaksın.Kulaklığımı da geri ver." diyerek karşısındaki genç adama çıkıştı. Karşısında çapkınca sırıtan adamı gördükçe sinirleri bozuluyordu. Utanma arlanma da mı kalmamıştı millette.
"Senden olsa olsa tatlı bela olur." diye alayla konuşan adama kaşlarını çatarak bakıyordu. Elinden bir kaza çıkmasın diye dişlerini sıkarak ellerini yumruk yapmıştı. Kendini zor tutmasa yumruk olan elini adamın gözünün üstüne indirecekti.
"Arıza mısın lan sen? Defol git başımdan ya...Yapıştın fukara sümüğü gibi."
Adam onun sözlerinden zerre kadar etkilenmişe benzemiyordu. Jilet gibi takım elbisesiyle ve ayağında ki 'ben pahalıyım' diye bağıran parlak ayakkabılarıyla çok karizmatik görünüyordu.
Elindeki kulaklıkları usulca kulaklarına yerleştirdi. Müziğin ritmiyle birlikte kahkahası aynı hızda okulun koridorunu doldurdu. Tüm başlar onlara dönünce Betül keskin bir baş işaretiyle önlerine dönmelerini sağladı. Hemen ardından adamın kulaklarından hışımla çekti aletini. "Ne gülüyorsun pişmiş kelle gibi. Hayatında hiç mi müzik dinlemedin?" diyerek onunla dalga geçmeye çalıştı. Karşılık olarak vurdumduymaz bir sırıtış alınca, "Anladım...Sen ininden yeni çıkmış bir ayısın ve tüm bu davanışlarının sebebi de şehir hayatına ayak uyduramamandan kaynaklanıyor." diyerek sinsice gülümsedi. Kendini bu yabancıya karşı 1-0 önde hissediyordu.
"Benden başka; senin gibi kafasını kumdan yeni çıkarmış bir kuşun beynini yüzüne vurmayacak kadar centilmen bir ayı bulabilirsen bana da haber ver!" diyerek açıkça meydan okudu adam. Betül böyle bir atak beklemediğinden ağzı açık ayran delisi gibi bir müddet kalakaldı. Bu adam ona kuş beyinli mi demişti? "Eceline susamış bir ayı..." diye mırıldandı. Ama adam onu duymuştu. Bu kız, ilk gördüğünde hoşuna mı gitmişti? Saçmalık! Bu kız sadece sabrını sınayan bir baş belası olabilirdi. Ah! Birde onun için 'tatlı bela' demişti değil mi? Sinirine hakim olamayarak kıza doğru bir adım daha attı.
Kız korkuyla gerilerken arkasına bakmıyordu bile. Adam adım adım üstüne gelirken elinden korkmaktan başka bir şey gelmiyordu. Hele bağırmak? O an aklının ucunda, köşesinde bile yer etmiyordu. Şuan resmen korkuyordu, bunu kimsenin görmemesini umdu. Tüm karizması yerle bir olabilir, otoritesi sarsılabilirdi sonuçta. Sonunda geri geri giderek bir sınıfın içine girdiğini farkedince koşarak sınıfın diğer ucuna sığındı.
Masanın üstünde işine yarayabilecek bir şey ararken su şişesine denk gelince hiç düşünmeden eline alarak "Yaklaşma sakın, kafana yersin bunu!" diye bağırdı.Elinde ki şişeyi bile ürkekçe tutuyordu. Nefesini bile düzenleyememişti henüz.
Adam ona aldırmadan sınıfın kapısını kapatıp yanına geldi ve tam önünde durdu "Bu sefer çok ileri gittin ufaklık."
Betül gözleriyle aralarında ki mesafeyi işaret ederek "Sende çok ileri gittin. Biraz gerile bence." diyerek ima da bulundu. Nereden de bulaşmıştı böyle pis işlere? Sınıfta boş olacak zamanı bulmuştu hani!
Adam bir adım gerilerken, "Benden özür dile. Hemen!" diye bağırdı. O anda Betül'ün koruma mekanizması baş göstermeye başlamıştı bile...
"Yok ya...Bir haftadır okuluma gelip beni rahatsız eden sensin. Niye ben özür dileyecekmişim?" Korkusunu unutmuş, başkaldırıya geçmişti. Fazla diklendiğinin farkına vardı fakat geri adım atmayacaktı işte!
"Biraz kibar bir kız olsaydın bu iş bu noktaya gelmezdi tamam mı küçük hanım?!" dedi adam sabırla. Bilmediği şey ise, Betül'ün kelime oyunlarını çok sevdiğiydi.
"Madem kibar değildim, sende kibar olanına bulaşsaydın abicim!"
"Abicim?" dedi genç adam gergince gülerek. "Ben 24 yaşındayım."
"Pardon ama sana bu kıyafetle abi dediğime şükret! Amca deseydim yeriydi." Tek kaşını kaldırarak adama meydan okudu. Demek zayıf noktası buydu.Onunla dalga geçmek zevkli olabilirdi.
"Bak bücürük, sen anlamazsın. Kadınlar bayılır takım elbiseli yakışıklı erkeklere! Tabi sen kadın katagorisine girmediğin için bu seferlik affediyorum"
"Ha sen kendini yakışıklıdan sayıyorsun!" diye hayretle konuştu ve ardından güldü. Aslında adamın kadın katagorisine kendisini dahil etmemesi gücüne gitmişti ama belli edipte onun ekmeğine yağ sürmeyecekti.
"Sen anlamazsın demiştim küçük hanım!"
"Bana neden şoförümmüş gibi ikide birde küçük hanım diyorsun? Yoksa bu kıyafetin sebebi de işin mi?" diye sordu. Kahkaha atmamak için kendini zorluyordu. Dudaklarının arasından istemsizce kaçan kıkırtılar içinse yapabileceği bir şey yoktu.
Adam da artık sabırdan eser kalmamıştı. Kızın zekası ciddi anlamda ilgisini çekmişti fakat sivridili hoşuna gitmemişti.
Henüz adını bile bilmediği kızın üzerine yürüyerek korkusunu körüklemeye çalıştı. Aklı başına gelirdi böylece.
Kızın koyu kahve gözlerine takılıp kaldı bi müddet ve merakına yenilerek bir haftadır merak ettiği soruyu sordu.
"Adın ne senin?"
Betül'ün o an kendini yerden yere atası geldi. Bu bir şaka olmalıydı. Kameralar her neredeyseler iyi saklanmışlardı...Bu sıralar adı ne kadar değer kazanmıştı da herkes sorar olmuştu. Altı üstü, epi topu, şunun şurası BETÜL' dü o. Yine aklına dün Mete'yle yaşadıkları gelince içine bir hüzün çöreklendi oturdu.
"Hey adını sordum?" diyen adama gözlerini devrirerek "Sanane." dedi. Sanane diyerek kısa kesmeye çalışmıştı. Lakin aklında Mete varken kafasını başka yere vermesi imkansızdı. "Bir kerede düzgün cevap versen ölürsün değil mi? Mazallah incilerin falan dökülür..."
"Ya sanane! Beni rahat bıraksana sen! Okuldayız bilmem farkında mısın? BAŞIN BELAYA GİRER.."
Adam gözlerini devirerek "Bela sensin zaten daha fazla ne olabilir ki" dedi ve sınıfın kapısına doğru ilerledi.
Sınıfın kapısını açıp bir adım attıktan sonra kararsızlıkla duraksadı. "Bu arada..." dedi gözlerini rahatlamış olan kızın gözlerine dikerek "Adım Gökhan." diye devam etti sanki kızın umurundaymış gibi ve Betül'ü kendi haline bırakıp çekip gitti.
***
Beden dersi için tüm sınıf eşofmanlarını giymiş bahçede sıraya dizilmişti. Sıranın en sonunda siyah eşofman altı ve koyu pembe tişörtüyle Betül duruyordu. Saçlarını bu defa dağınık bir topuz yapmış, ellerini arkasında bağlayarak bir bodygard havasında bekliyordu. Güneşte tam tepelerinde durmuş tüm sıcaklığını hissettiriyordu. Başını eğip üzerindeki tişörte baktı garip birşeye bakar gibi. Gamze'nin işiydi işte.
"Tişörtünü giyebilir miyim? Rengi çok hoşuma gitti." diye miyavlaması yok muydu?
"İyi de tişörtüm gri!" diyerek karşılık vermişti Gamze'ye.
"Belki deseni hoşuma gitti?"
Gamzenin ısrarlarına daha fazla dayanamamış, "Uf, iyi be, al!" diyerek kendi tişörtünü ona uzatmıştı.
Şimdiyse Gamze'nin 'I LOVE YOU' yazan tişörtüyle bahçenin ortasında dikiliyordu.
Nereden de giymişti bu utanç verici tişörtü? Rengi yetmezmiş gibi bir de üstünde yazısı vardı. Başını kaldırıp gözlerini kısarak sağına baktı. Gamze hanım kendi lakos tişörtüyle çok mutluydu anlaşılan, yüzünde bir gülümseme vardı. Halinden memnun, sırıtıyordu.
"Bakıyorum da çok mutlusunuz Gamze hanım? Mutluluğunuzun sebebi tişörtümse ne mutlu bana." dedi alayla. Gamze dümdüz karşıya bakarak gülmeye devam ederken "Beni bilmem de sen benim tişörtüm sayesinde acayip mutlu olacaksın."
Betül arkadaşının ne dediğini anlamayarak dönüp tekrar üzerindeki koyu pembe tişörte baktı. "Muska falan mı koydun lan?" dedi tişörtünün sağını solunu çekiştirerek.
Gamze eline vurarak tişörtünü krutarmaya çalıştı. "Ya tişörtümü yırtacaksın dur!" ufak bir baş işaretiyle karşı tarafı gösterirken, "Bak, mutluluğun formülü karşı tarafta." dedi. Betül bir anda söylediği yere bakıp ışık hızıyla tekrar kendisine dönünce gülmesine engel olamadı.
Gözlerini kaçırarak "İnsan uyarır önce." dedi. Allahım...Nasıl bir şanstı bu? Beden dersi beden dersi olalı böyle tesadüf görmemişti. Karşı tarafta da bir beden öğretmeni tüm öğrencileri sıra sıra dizmiş konuşuyordu.
Bir anda siniri bozuldu. O, sıranın başındaydı. Her zaman ki gibi bir numaraydı ait olduğu yerdeydi. Ama kendisi sıranın en sonunda, en ücra köşe de, ona çok uzaktı. Gözlerini kısarak daha dikkatli baktı. Kahverengi saçları hafif uzamış ve dağılmıştı. Bedeni dimdik duruyor, geniş omuzlarını daha belirgin kılıyordu. Okul gömleği ve pantolonu dışında onu ilk kez görüyordu. Yeşil tişörtü üzerine gereğinden fazla yakışmıştı. Siyah adidas eşofmanı ise ayrı bir hava katıyordu ona. Diğerlerinden farklıydı işte! Yanında ki tüm erkeklerden daha farklıydı. Bunun sebebi 20. yaşına girmiş olması olabilirdi tabii. Merak ettikleri listesinin ilk üç maddesinde de bu soru vardı.
Mete izlendiğini farketmiş gibi üzerindeki bakışların sahibini bularak güneş yüzünden kısılan gözlerini ona sabitledi. Duruşunu bozmadan onun kim olduğunu ve neden böyle baktığını bulmaya çalıştığı sırada aklına dünkü kız geldi
.
Bu, Bayan Ben Tanıman Gereken Biri Değilim'e ne kadar çok benziyordu. Ama yok, hayır. O kızda bu renk tişört giyecek bir tarz yoktu ki? Eğer kızın aynı okulda ikizi falan yoksa mutlaka o olmalıydı. Neden kaçıp gittiğini ve ismini söylemediğini hala anlayamamıştı ve tüm sorularının cevaplarını almak için ufak bir deneme yapabilirdi.
Alçıdan kurtulmuş olan kolunu kaldırıp yanındaki kızın, Ece'nin omzuna attı. Biraz acımıştı ama ne yapabilirdi ki? O alçı yüzünden başına onca şey gelmişken okuldan çıkınca ilk iş ondan kurtulmuştu. Şimdiyse hafif acısına katlanmak zorundaydı.
Betül gördükleri karşısında küçük dilini yutacaktı az kalsın. Dün alçıda olan kol bugün bir kızın omuzlarındaydı öyle mi!!!
Dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini kaçırdı ama nafile. Bakmaktan kendini alamıyordu ki! Bir tarafı 'Vay pislik! Demek beni kandırdın. Kolun kırık değildi öyle mi!?' derken diğer tarafı 'Yok canım, kolundaki alçının çıkma vakti gelmiştir' diyordu. Nereden çıktığını bilmediği şeytanlarıysa kolunu attığı omuzdan tutup çekmesini ve kendisinin kırmasını söylüyordu. Bunların hiç birine itimad etmeyecekti elbette. Böyle bir hakkı yoktu Mete üzerinde! Neyi olarak kim olarak karşısına çıkacaktı? Ahh tabii ki de Kahramanı olarak ona hesap sorma hakkına sahip olabilirdi değil mi? Kendine hakim olamayarak hızlı adımlarla karşı sınıfın sırasına yürüdü.
Mete, deminden beri kendisine bakan kızın artık kim olduğundan emindi. Hırsla üstüne üstüne gelen kızı fark edince kolunu Ece'nin omzundan çekti ve hızla yanına gelen genç kızı izledi. Üzerinde ki pempe tişört ve siyah eşofmanla düne nazaran daha dikkat çekici bir hali vardı. At kuyruğu saçları bu defa salık bir topuzun içine hapsedilmiş, güneşinde etkisiyle koyu kahve rengi biraz olsun kırılıp kumralı andırmaya başlamıştı. Bu kız mıydı dün ona yardım eden? Gülesi geldi.
"Bakıyorum da kolun çabuk iyileşmiş!" diyen kıza çapkınca sırıtarak "Pardon, isminiz neydi? Tanışıyor muyuz?" diye karşılık verdi. Madem küçük hanım dün onu adından mahrum bırakmıştı, bugün bunun acısını çıkarabilirdi.
Genç kız boş bulunarak "Betül!" deyince pot kırdığını farkederek dudaklarını ısırdı. 'Nasıl söyledim ya of Betül of!' diye kendini azarlamayıda ihmal etmedi.
"Bende Mete.Tanıştığıma memnun oldum Bayan Kabadayı!"
Betül elini beline koyarak, "Seni tanımamak mümkün mü?" diye sordu. Bu kadar başarılı, yetenekli ve yakışıklı birinin böyle bir okulda tanınmaması imkansızdı.
Beden öğretmenin Betül'ü çağırmasıyla Mete cevap veremeden genç kız kendi sırasına gitmek zorunda kaldı. Birbirlerini izleyerek saçma sapan gülüyorlardı. Bu tanışma faslını dün yapsalar belki güme gidecekti. Şimdiyse 30 dakika beden dersinde birlikte olabileceklerdi. Belki daha yakından tanışıp sohbet edebilirlerdi de.
Beden öğretmeni topları dağıtarak her zaman ki gibi kendi köşesine çekilmiş oturup kitap okumaya koyulmuştu. Bu kadından beden öğretmenliği yapmasını isteyen müdürün en kısa zamanda ellerini öpecekti.
Gamze elinde ki topu evirip çevirerek Betül'ün yanına geldi. "Voleybol oynayalım mı?"
"Olur. Sadece ikimiz mi?"
"Yok, sınıfları dolaşıp adam toplayalım." diyerek dalga geçti Gamze.
"Dalga geçme...Ayşe dünden beri yok. Onu kastediyordum!"
"Mesajlara cevap vermiyor ki. Yarında gelmezse evlerine gideriz?"
"Tamam."
***
"Hocam! Artık serbest miyiz?" diye nefes nefese sordu Mete. Terden tişörtü ıslanmıştı. Ellerini dizlerine dayayarak durdu ve soluklanmaya çalıştı. Kim bilir kaç kilo vermişti şimdiye kadar.
"Hayır evladım. Son bir tur. Hadi, hadi!" diyerek ellerini çırpan hocaya tüm erkek öğrenciler beddua ediyorlardı.
Mete'nin artık takati kalmamıştı. Yarın kesin hamlayacaktı. Yanında koşmak için çaba gösteren fakat daha çok sürünen Ersan'a omuz attı. "Bu kaçıncı tur lan? Ben on beşten sonrasını sayamadım."
Ersan koşmaktan yorulup kendini yere attı. "Ne yapıyorsun oğlum?" diye sordu Mete.
"Farzet ki düştüm." diyerek göz kırptı Ersan. Bu koşudan başka türlü kaçış yoktu.
"Ben ne yapacağım? Bende düşsem şüphe uyandırır. Ne yapsak ki?"
Düşünmeye fırsat bırakmayan cani hoca, yanlarına gelip "siz neden durdunuz?" dedi hemen.
"Hocam siz bizi gonzales ile karıştırdınız herhalde. O bile sizin hızınıza yetişemez." diye isyan eden Mete'ye kötü bir bakış attı hoca.
"Bu niye yerde yatıyor, bu?"
"Düştüm hocam, ayağım çok fena. Kımıldatamıyorum!" diyerek acıyla yüzünü buruşturdu Ersan. Mete onun oyunculuğunu ayakta alkışlıyordu. Bilmese o bile inanacaktı.
"O zaman sen dur. Mete sen de peşimden koşmaya devam!"
Mete ağlamaklı bir ifadeyle Ersan'a baktıktan sonra "Erkeklere ölüüüm." diyen hocanın peşinden koşmaya başladı.
Tüm erkekler hep bir ağızdan aynı türküyü söyleyerek koşarken voleybol oynamakta olan kızların yanlarından geçiyorlardı.
"Ay akşamdan ışıktır
Yaylalar yaylalar
Yüküm şimşir kaşıktır
Dilo dilo yaylalar
Komşu kızını zapteyle
Yaylalar yaylalar
Bizim oğlan aşıktır
Dilo dilo yaylalar"
Betül durup kalın erkek seslerinin birbirine karıştığı yöne baktığında Mete'Nin de içinde bulunduğu bir erkek sürüsünün koşmakta olduğunu gördü. Mete de onu voleybol oynarken görünce gözleri takıldı kaldı. 'Bakmasana oğlum' diye kendisini tembihleyemedi bile. Betül ile göz göze gelince Betül'e göz kırparak sırıttı ve koşmaya devam etti.
Betül o anın etkisiyle kendisine atılan topu tutamayınca, top kafasına çarparak yere düştü. Ancak o zaman kendisine gelip durumu idrak edebildi.
"Ahh kafam..." diyerek yüzünü buruştururak elini başına koydu. Topta Mete'nin göz kırpmasını bekliyormuş gibi tam zamanında gelmişti.
Ders bitmişti, Mete de bitmişti. Hali dermanı kalmamıştı koşmaktan. Çöllere düşmüş gibi bir damla suya muhtaç hisseidyordu şuan da. Kalkıp almakta gözünde o kadar çok büyüyordu ki!
Betül genç adamı banka boylu boyunca uzanıp gözlerini kapatmış halde yakalayınca onun çok yorulduğuna kanaat getirerek elinde ki su şişesiyle banka doğru ürkekçe yaklaştı. Yaklaştıkça kulağına mırıldanmalar geliyordu. Bankta yatan adama yaklaşıp eğildi. Daha net duyabilmek için kulağını onun dudaklarına azıcık yaklaştırdı. "Su..." diyen sesi ve nefesi kulağına çarpınca sıçrayarak doğruldu. Kulağı uğuldamaya başlıyordu.
"Hey!" diyerek kolunu dürttü Mete'nin. Mete gözlerini kapattığı kolunu hafifçe kaldırarak gözlerini açtı. Yakıcı ela gözleri yine aynı kızı bulmuştu. Sıkıntıyla nefesini dışarıya verip banktan kalktı. "Ne var?" dedi aynı sıkıntılı tonla.
Betül içten içe içerledi onun bu tavrına. Kötü bir şey yapmayacaktı ki. "Şey, ben su almıştım da." diyerek elinde titreyen şişeyi Mete'ye uzattı.
Mete çatık kaşlarını yumuşatıp kızın elindeki şişeyi gülümseyerek aldı. Şişeyi kafasına dikerken bir kolunu kızın omzuna atarak okul binasına çevirdi. Suya olan hasreti ancak şişe boşalınca bitmişti. Rahat bir tavırla şişeyi kenardaki çöp kutusuna atarak kendisine şoka girmiş gibi bakan kıza döndü.
"Bence...biz arkadaş olabiliriz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Ona Resmen Aşığım
Romance"Belki senin beni sevdiğin kadar sevemem seni. Sevginin karşılığını veremem. Ama çok başka severim. Kimsenin sevmediği gibi severim seni." NOT: Tamamıyla bir "Lise" hikayesi değildir. Kapak Tasarımı: @-GizemYldrm-